Akşam olmuştu. Odamdaki tül perdenin arasından bana adeta çocukluğumu hatırlatan güneşin son cilveleri süzülüyordu. Huzur dolmuştum. Sanki hiç kaçırılmamışım gibi sakindim. Yine çat kapı içeri dalmaya cüret eden birileri olur diye üzerimi giyip toparlanmaya karar verdim. Önceki gece üzerimde olan elbiseyi giydim ve biraz makyaj yaptım. Dudağımdaki yara izi kapanmıyordu ve bu oldukça sinirimi bozmuştu. Odadaki eski ahşap masanın üzerinde duran defter ve kaleme ilişti gözüm; birinin günlüğü olma ihtimaline karşı ilk sayfasını açıp baktım. Ama boştu. Sayfaları hızlıca geçtim ve bütün defter boştu. Kalemi de alıp yatağa uzandım ve bir şeyler karalamaya başladım. Canım çok sıkılmıştı ve ben de çiçekler falan çiziyordum.* * * *
"Ross! Hazırlanman için 10 dakikan var." diye bağıran Timur'un sesiyle irkildim. Hiç kalkmayacakmış gibi yerleştiğim yataktan kalktım ve kapıya yöneldim. Hava kararmıştı ve ben biraz şekerleme yapmışım farkında olmadan. Uyku sersemi ayağım sanırım terliğe takıldı ve dudağımın daha dün patlayan yerini kapının koluna çarparak düşmem bir oldu. Sanırım tekrar patlamıştı, Tanrım... Kapıyı açtım ve Timur "Aman Tanrım, ne oldu böyle!" diye öfke ve telaşla içeri daldı. Beni nazikçe kucaklayarak yerden kaldırdı ve yatağa yatırdı. Işığı açmak için uzandı ve "Aslında bir şeyim yok dün kapının önünde düşmüştüm ve..." derken sözüm yarıda kaldı. "Nasıl yani? Ben bu adamlara seni ayakta tutamasınlar diye mi para veriyorum!" diye bağırdı. Odadan çıkmaya yeltendi. Hemen bileğinden yakaladım ve kendime çektim, gitmesin diye. "Onun bir suçu yoktu Timur, abartma." dedim. Eğildi ve gözlerime baktı, baş parmağını yavaşça dudaklarımda gezdirdi. "Kanıyor, bez getireyim." dedi ve odadan çıktı.
Odaya geldiğinde bir bez ve kolonya vardı elinde. Dudağımdaki kanı yavaşça sildikten sonra "Biraz yakacak." dedi ve yavaşça dudağıma kolonyayı sürdü. "Eğer bugün konuşmak istemezsen erteleyebiliriz, ama yakalanmamak için sabah mekan değiştireceğiz." dedi. "Ne konuşacaksın benimle? Benim gibi bir bir kadınla ne konuşabilirsin ki?"dedim. "Çok şey." dedi ve belimden tutarak beni yavaşça kaldırdı. İçeride bizim için bir şeyler hazırladım dedi.
Oturma odasına geçtik. Sehpanın üzerinde biraz çikolata ve iki bardak viski vardı. Etrafta kimse yoktu. Daha sormama fırsat dahi vermeden "Rahat konuşabilmek için herkesi gönderdim, bu akşam baş başayız." dedi Timur. ". Peki ama bu kadar önemli ne konuşacağız yani yanlış anlama ama korkuyorum." dedim. "Seni korkuttuysam bunun için üzgünüm. Lütfen otur ve biraz gevşeyelim. Yeterince visimiz var." dedi ve sehpanın karşısındaki ikili deri koltuğa geçtik. Ben bir köşesine o da diğer köşesine oturdu ve bana dönerek beni izlemeye başladı. "Şerefe!" dedik ve içmeye başladık.
* * * *
İşte o şişenin dibini görmüştük ve vay canına nerede olduğumu bile hatırlamıyordum. Bu düşüncemle kahkahayı basmam bir oldu. Timur boş gözlerle bana baktı, anlamamıştı tabi. "Bir an nerede olduğumu unuttuğumu sandım ama nerede olduğumu zaten bilmiyorum ki!" dedim ve dakikalarca deliler gibi güldük buna. Benimle konuşmak için burada olduğumuzu bile tamamen unutmuştum. Timur ayağa kalktı, cekedinin cebinden bir sigara çıkardı. "Bunun ne olduğunu biliyor musun Ross?". Anlayabilmek için şaşı olacak şekilde dibine girmem gerekti. "Kokla" dedi ve burnuma yaklaştırdı. Ne olduğunu tabiki de biliyordum. Evet anlamında başımı salladım. "Şimdi bunu birlikte içeceğiz." dedikten sonra çakmağını çıkarıp yaktı ve bir duman aldı. Hayatımda hiç bu kadar etkileyici bir görüntü görmedim desem yeriydi. Onu izlerken hipnoz olmuş gibiydim. Kafamı toparladığımda başımı yana yatırmış aptal aptal izliyordum işte. Bana da uzattıktan sonra koltuğa yanıma oturdu, oldukça yakınıma.
İkimiz de gevşemiştik. Kafamız güzeldi ama yerindeydi de aynı zamanda. koltukta bağdaş kurup sırtımı ona yaslamıştım. O da ellerini karnımda birleştirmişti. Öylece oturuyorduk. "Şimdi sana birkaç soru soracağım." dedi. İlgilenmiyordum. Başımı onun omzuna doğru geriye bıraktım. "Ross sana yardım edeceğim ve senin gibi bu kaderi payaşanlara." dedi ve devam etti "Bu hayatı isteyerek seçmediğini biliyorum. Hatta adının Rossaline olmadığını da biliyorum. Türk olduğunu biliyorum." . Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bu gerçekten mümkün değildi. İrkildim ve oturduğum yerden hemen doğruldum. Başımı ovdum. Saçlarımı çektim. Ayılmaya çalışıyordum. Yalanlayacaktım tabi, yoksa beni öldürürlerdi. Hem nereden bileyim belki blöf yapıyordu? "Saçma saçma konuşma." dedim. Odaya gittim ve çantamdan kimliğimi getirdim. "Bak! Burada ne yazıyor görüyor musun?" diye çıkıştım. "Rossaline..." "Bu kimliğin sahte olduğunu anlamayacak kadar aptal değilim." dedi. "Ben sana yardım etmek için buradayım. Ben de kendi açıklamalarımı elbet yapacağım sana. Fakat önce sen anlatacaksın. Nerede geldiğini, ki olduğunu, buraya bu iğrenç batağa nasıl düştüğünü anlatacaksın bana.". İşte şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Avuçlarım terliyordu, bacaklarım titriyordu. Nasıl bilebilirdi! O an orada yok olmak istedim. Fakat sebebini çözemediğim bir şekilde bu adama inanılmaz güveniyordum. Bana yardım etse bile ben artık bu bataktan çıksam ne olurdu, çıkmasam ne olurdu. Ben bu batağa hiç düşmemiş olanları kurtarabilmeyi düşünüyordum. Saf olanların saf kalabilmesini istiyordum. Kendimi feda etmeye değeceğini umdum. "Tamam. Anlatacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rossaline
RomantizmRossaline adında bir hayat kadını her şey sıradan devam ederken Timur adında bir adamla tanışır. Bu adam ve Rossaline birbirlerinden çok etkilenir. Birlikte geçirdikleri bir gece Timur Rossaline'den hayatını anlatmasını ister. Hikaye bir hayat kadın...