Sign of the times şarkısını dinlerken, hiç bilmediğim sokaklarda yürüyordum.
Hava kapalıydı ve hafif yağmur yağıyordu. Soğuk hava içimi titrese de geri dönmeye niyetim yoktu. Kapşonu başıma geçirdiğim ceketimin ceplerine ellerimi yerleştirdim ve şarkının iliklerime işleyişini hissettim.
Park Jimin'in bu taktiği işe yarıyordu.
Güne güzel başlamış sayılmazdım. Gözlerimi açar açmaz mutfaktan bağırma sesleri duymuştum. Jimin ve sevgilisi şiddetli bir şekilde kavga ederken, diğerleri onları ayırmaya çalışıyordu.
Dün gittiğimiz gece klübünden sonra onlara evimde kalabileceklerini söylemiştim fakat beni buna bin pişman etmişlerdi.
Bende evden kaçmak için hastaneye gideceğimi söylemiş ve hızla evden ayrılmıştım. Fakat yalan değildi bugün gerçekten de randevum vardı.
Gitmemiştim.
Randevunun üzerinden yarım saat geçmişti ve telefonum deli gibi titreyip duruyordu. Doktorum bana fazla kızacaktı. Ve diğerleri de öyle.
Sokaklar aniden tanıdık gelmeye başladığında adımlarımı yavaşlattım. Rengarenk evlere bakarken titrek bir nefes aldım. Bakışlarım yeşil evde takılı kalmıştı.
Jimin'in bana çıkma teklifi ettiği yeşil evde.
Hızla yeşil eve doğru ilerledim. Bu evlerin kapısında anahtar vardı. İsteyen istediği zaman gelip kalabiliyordu bu evlerde. Jimin de o zaman bu evi seçmişti. Bana teklif etmesinden sonra bu evde beraber uyumuştuk.
Kapının önüne geldim ve titreyen elimle kapıyı açtım. Canımı yakacağımı bildiğim halde eve girdim ve kapıyı kapattım. Bu eve gelmem hataydı fakat içimden gelen sesi durduramıyordum.
Yavaşça salona girdiğimde hafifçe gülümsedim. Yıllar geçmişti üzerinden fakat hala eskisi gibiydi. Hiçbir şey değişmemişti. Sanki bu eve bizden sonra kimse girmemiş gibiydi.
Masanın üzerinde duran kitabı elime aldım. Bu kitap Jimin'in en sevdiği filmin kitabıydı ve bu kitaptan onda 6-7 kadar vardı. Ne zaman canı sıkılsa pencerenin önüne oturur ve açar okurdu kitabını saatlerce. Bende onu rahatsız etmemek için koltuğa oturur ve gülümseyerek izlerdim onu. Kitabı okurken gülümsemesi, kaşlarını çatması ve heyecanlanması hoşuma giderdi.
O kitabını okumaktan sıkılmazdı, bende onu izlemekten.
Fakat sonra daha fazla dayanamaz yanına giderdim. Benim varlığımı hisseder hissetmez kitabını kapatır ve beni kollarının arasına alırdı. İşte bu zaman dilimini hiçbir şeye değişmezdim.
Aklımı işgali eden anılara iç çektim ve kitabın kapağını açtım. Ona verdiğim gül yaprağı hala o sayfada duruyordu. Bir gün o kitabını okurken bu sayfada ki sözü okumuş ve anında altını çizmişti. Sonra da ona verdiğim gülü bu sayfaya koymuştu.
Ona dokunduğum ilk anda anlamıştım. Evime gelmek gibiydi. Hemde hiç bilmediğim evime.. Sadece arabadan çıkmasına yardımcı olmak için elini tutmuştum ve her şeyi anladım. Bir çeşit büyü gibiydi.
Bu sözü okurken gözleri parlamıştı ve o an dudaklarıma uzun bir öpücük bırakmıştı. Jimin güzel seviyordu. Cidden çok güzel seviyordu. Size cenneti yaşatıyordu, onun aşkı başınızı döndürüyordu. Sizi nasıl tavlayacağını çok iyi biliyordu. Ona aşık olmamak mümkün değildi ki.
Elimde ki kitabı masaya geri bıraktım ve yatak odasına ilerledim. Uyuduğumuz yatağın çarşafları bile aynıydı. Tanrım o günü çok iyi hatırlıyordum. Beni kolları ve bacakları arasında sıkıştırmıştı. Hareket bile edememiştim fakat halimden memnundum. Park Jimin beni böylesine güzel severken, böylesine sıkıca sararken onu nasıl itebilirdim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loser | jikook
Teen Fictionşimdi unutmak istediğim her şey, bir zamanlar beni mutluluktan öldürecekti.