10-KISKANÇ

694 22 4
                                    

Gördüğüm görüntü içimde kocaman bir duygu hortumu oluşmasına neden olmuştu ancak bu duygu hortumunda pozitif düşüncelerin yeri yoktu. Üzüntü, iğrenme, kendinden nefret etme, öfke ve daha bir sürü negatif duygu kalbimi yakıyordu. Kalbimdeki alevlerin yarattığı acı da gözlerimin dolmasına sebep oluyordu. Neden böyle hissediyordum ki?

Ne olmuş yani Bora'yı kucağında kızıl saçlı, koyu yeşil elbisesinden neredeyse iç çamaşırı gözükecek olan bir kızla gördüysem? Ne olacaktı ki bu kız kızıl kafasını, başını zevkle geriye atmış ve gözlerini kapamış bir Bora Atılgan'ın boynuna gömdüyse? Ama işte kalbimdeki acı bunu anlamıyordu. İhanete uğramış gibi hissederken "Birkaç kere öpüşüp, iki üç defa beraber uyumamız, bir ilişkinizin olduğunu göstermez." diye azarladım kendimi. O bir Atılgan'dı; ben ise bir Bircan... Dünya çapında bilinen bir rekabet vardı ailelerimizin arasında. Öyle bir rekabetti ki bu, Apple ve Samsung'un arasındaki rekabetin turizm alanına taşınmış haliydi.

Kalbimdeki alevlerin acısı artınca gözlerimden bir damla yaş düştü. Burada böylece oturmaya devam edersem ağlayacaktım. Bu nedenle lavaboya gitmeye karar verdim. Eh, doğal olarak Ece'yi de peşimden sürükleyecektim.

O sırada sevgilisinin kollarının arasında oturmuş gülerek birasını yudumlayan Ece'ye baktım. O da sanki benim bakışlarımı hissetmiş gibi bana doğru baktı. Zaten bakmasıyla yüzündeki gülümsemenin solması bir olmuştu. Gözlerine endişeli bir ifade çökerken Koray'ın kollarının arasından sıyrılıp ayağa kalktı.

"Aşkım, biz lavaboya gidiyoruz. Geliriz hemen. Siz takılın kafanıza göre." Ece Koray'ın yanağına minik bir öpücük bıraktığı gibi kolumdan tutup beni çekmeye başladı. Bizim arkamızdan Mert'in "Bu kızlar ve toplu lavaboya gitme meraklarını hiç anlayamadım. Beyler aranızda anlayan var mı?" dediğini duydum. Normal bir zaman olsa bu dediğine kahkaha atabilirdim ancak kalbimdeki acı o kadar fazlaydı ki yüzünde bir tebessüm bile oluşmamıştı.

Lavaboya gitmek için Bora ve o kızıl kafanın yanından geçmemiz gerekiyordu. Onların yanından geçerken sanki Bora benim varlığımı hissetmiş gibi safir mavisi gözlerini açıp direk benim zeytin siyahı gözlerimin içine baktı. Gözlerinin içine baktığı kişinin ben olduğumu anladığında gözlerinden ufak bir duygu pırıltısı geçmişti ancak anında yok olan pırıltıyı gerçekten gördüğümden emim değildim. Çünkü o pırıltıyı görmemin hemen ardından bakışlarına donuk bir ifadesizlik çökmüştü. Burada, benimle uyuyan Bora'dan eser yoktu. O, burada, bütün hakkında çıkan dedikoduları doğrulayan Bora Atılgan'dı. Bencil, şımarık, aklı fikri bel aşağı sapıkça şeylerde olan bir playboy...

Hızla, akan gözyaşlarımı silip, sürtünerek dans eden kalabalığın içine daldım. Ece de peşimden geliyordu. En sonunda barın lavabosuna ulaştığımızda, anında kendimi içeri attım. İçerisi barın tam zıttı sayılırdı. Bar simsiyah, karanlık, gürültülü ve yorucuyken; lavaboysa bembeyaz, aydınlık, bara göre daha sessiz ve sakindi.

Beş kabin, kabinlerin içinde klozetler, kabinlerin karşısındaki duvarı kaplayan ayna ve aynanın altındaki lavabo ve musluklar... Aynada kendime baktığımda makyajımın bozulduğunu ve gözlerimin hafifçe kızardığını gördüm. Yüzümü yıkayıp sakinleşmek için gözlerimi kapadım.

"Neden bir anda kahkahalar atacak kadar mutluyken, hemen sonra ağlamaya başladın Ezgi? Düşündüğüm şeyden dolayı mı?" Ece'nin sesi kulaklarımı dolarken gözlerini tekrar açtım. Muhtemelen Bora'yı düşünüyordu, ki haklıydı da. Ancak bunu o an ne kendime ne de Ece'ye etraf edecek durumdaydım.

" Karnım biraz ağrıyor, bir de en son bara gelince Batu'nun bana yaptıkları geldi aklıma. O yüzden tutamadım kendimi kanka. Yoksa bir sorun yok. Merak etme sen beni."

AlaboraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin