İyi okumalar🌸Canını bu denli sıkan bu his hakkında bir fikri yoktu. Eksik bir şeyler vardı, olması gereken ama olmayan. Boşluğun acısını mı çekiyordu? Pek de acı diyemezdi buna, daha çok canını sıkan bir histi.
Gözünü kapattığında cevabını alıyordu aslında, sorunun ne olduğunu çözüyordu lakin bunu kendine yedirmesi imkansızdı.
O yüzden bilmezlikten gelmeye devam etti. Tıpkı geçen birkaç gün yaptığı gibi.
Sebebini bilmiyormuş gibi düşünmeye, cevabı aramaya devam etti. Düşünceleri onu hep teğet geçiyordu, sanki sıkıntısını tam ona bağlayacakken kendini silkiyordu.
Kabul etmese bile öyleydi işte. O akşamı, beraber gülüşlerini aklından atamıyordu. Yakınında durması bile kendini çok iyi hissetmesine neden olmuştu. O kadar güvende hissettirmişti ki onunla ilgili bütün negatif düşüncelerine anlam verememişti. Kendi kendine kurduğu savunma hattını saçma bulmuştu ama değildi işte. Kendini ondan koruması saçma değildi çünkü akşamı güzel geçirmiş olsalar bile masadan kalktıkları andan itibaren yüzüne bakmaması onun dengesizliğinden korunma ihtiyacı doğuruyordu.
Bir de kendine gelen mesajın gizemi vardı. Birine söylemek zorundaydı ama kim olması gerektiğine karar veremiyordu. Bay Park'a söylese şehri ayağa kaldırırdı ve mesajdaki zarar görme kısmını alay olarak alamıyordu Jimin. Polise gitmek bile bir seçenekti ama Bay Park değildi. Jimin'in içinde aşırı gitme dürtüsü vardı ama yapamazdı, mümkün değildi. Aklından çıkarmaya çalışıyordu.
Düşündüğü her şeyi bir köşeye atmak istiyordu da pek beceremiyordu. İnsan kendi ile baş başa kaldığında düşünmeye çok vakti oluyordu. Keşke bir dakikası bile olmasaydı bir şeyleri düşünmek için. Çok sıkılmıştı artık.
Güneşin doğuşunu izlemiş, on dakikalık da olsa huzurlu olmuştu. Okula yaklaşık olarak dört saatten fazla bir zamanı vardı. Küçük masasını geniş penceresinin önüne getirdi ve çizim kalemlerini çıkardı. Ne çizmek istediğini bilmediğinden pastel kalemlerini rastgele kağıda değdirmeye başladı. İyi geliyordu, sanki kağıda içini aktarıyordu. Okula hazırlanma vakti gelene kadar devam etti.
Şoförü Junwoo'ya eskisi gibi sert bakamıyordu. Fazla iyi biriydi, samimi geliyordu. Sabah arabaya doğru yürürken birbirlerine gülüp selamlaştılar.
Okula geldiğinde ise çok fazla gürültü vardı. Herkes bir ağızdan konuşuyor, sanki bir şeyi tartışıyorlardı. Jimin merak etse de aceleye getirmedi, sınıfa girdiğinde her şekilde öğrenirdi zaten.
Kafası eğik bir şekilde insanların arasından geçmeye çalışırken birine çarptı. Çarptığı kişinin dirseği karnına aşırı hızlı bir şekilde geçtiğinden kitapları elinden düştü, kendini yere bıraktı. Canı aşırı yanıyordu, herkesin önünde olmasa kıvranacaktı.
"Dikkat etsene biraz, ne yaptığını görüyor musun?" Kafasını kaldırdığında kahvesi üstüne dökülmüş bir genç adam görmüştü. Daha önce hiç görmediği suratlardan biriydi ve hiç sakin görünmüyordu. Kahve bardağını sinirle yere, Jimin'in yanına, attığında kahve biraz Jimin'e sıçradı. Jimin kendine sıçrayan kahve yüzünden mi siniri yüzünden mi titrediğini kestiremedi.
"Afedersin, yanlışlıkla çarptım." Ayakta duran uzun boylu çocuk alaylı bir şekilde sırıttı. Jimin acısını görmezden gelmeye çalışarak dizlerinin üzerine doğruldu, elinden düşürdüğü kitapları toplamaya çalışıyordu. O sırada çocuğun hala başında dikilmesini anlayamadı. Tam da adamına çatmıştı. Duyuları aşırı açılmıştı, resmen bir saldırı geleceğini biliyor, bekliyordu. Jimin hareketsiz olarak beklemeye başlamıştı. Uzun boylu çocuk Jimin'in toplamaya çalıştığı kitapları eliyle yere geri attığında Jimin bir hışımla çocuğun eline saldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
can't see my reflection in your eyes |jikook|
FanfictionKaldır gözlerimdeki şu perdeyi, ışığınla aydınlansın göz bebeklerim.