Selam arkadaşlar. Babam dün gece interneti kapatmasaydı yb dün gelecekti. Neyse. İnşallah beğenirsiniz.
" Saadetin, mesut olmanın kapısı İstanbuldadır. Bu şehre gelenler ve burada, yerleşenler her türlü saadete ererler."
Nihayet İstanbul'a varmıştık. Yolculuk oldukça uzun ve sıkıcıydı. Bütün korkunçluğunu tek bir cümleyle yansıtabilirim: Otobüse en son bindiğimden horlayan bir öğretmenin yanına oturmak zorunda kaldım. Evet, adeta bir felaketti. Hayır, hala yaşıyorum.
Şu ansa bir müzede falandık, ama ben tam bir umursamaz bad boy olduğumdan ne hangi müzede olduğumuzu biliyordum, ne de yeşil saçlı ve kaşları yolunup yerine çizilmiş olan rehberi dinliyordum.
Ada ise dikkatini çılgın rehbere vermiş görünüyordu. Biraz dikkatli inceleyince, kadının dediğini dinlemediğini, sadece onu incelediğini fark ettim. Hoş, nedenini anlamak pek de zor değildi. Kadın tuhaftı.
-Eren, İstanbul'un kuruluş efsanelerinden birkaçını bizimle paylaşır mısın?
Lanet olsun sana Tarihçi. Bu kadının benimle bir alıp veremediği vardı. Her sözlüde bir defa beni kaldırmasa içi rahat etmezdi. Şimdiyse gezimin bile içine etmeyi başarabiliyordu. Başka bir özelliği de, ders boyunca Fatih Sultan Mehmet'i anlatıp, onun hakkında bir öykü anlatmamayı ve tek bir alıntısını yapmamayı başarabilmesiydi. Alıntı yapmak kolay.
"Evdeki ödevin ve bilmediğin bilginin sana hiçbir yardımı dokunmaz Eren."
Kadın hala cevap bekliyordu, ve benim bilgilerim bölük pörçüktü, bu yüzden kurtulmak için,
-Bilmiyorum, diye kestirip attım. Ama kadın pes etmiyordu.
-Rehberimiz daha demin anlattı ama... Peki bir şans daha veriyorum sana o zaman. (ah merhametli anne, çok teşekkür ederim, yüce tanrı seni kutsasın!) Şarklılar ve Türklere göre İstanbul'a tarih boyunca verilen adları say bakalım. Sonra da hangilerinin fetihten sonra kullanıldığını söyle.
Tuhaftır bu sorunun cevabını biliyordum. Biraz bekledim, beni unutmasını umdum, ama tüm görkemiyle duruyordu ve gözlerini bana dikmiş cevap bekliyordu. Göz ucuyla bakınca, Ada'nın da bana baktığını fark ettim. Derin bir nefes aldım.
-Konstantiniye, Biladıselase, Deraliye.
Nefes aldım, bekledim. Sesimin titrememesi için.
-Dersiadet, Darussaltana, İslambol, İstanbul ve Asitane. İstanbul fetihten sonra İslambol, Darülhilafe, Asitane ve Deraliye isimleriyle anılmıştır.
-Veee, dedi ve elleriyle daha çok işareti yaptı, ama tek bildiğim buydu. Omuzlarımı silktim.
-Ve Dersaadet, dedi. Okunduğu ve yazıldığı gibi Ders-i adet olmak üzere...
Kadın konuşmaya devam ediyordu, ama yaptığı şeyin farkına varınca yüzümü buruşturdum ve gözlerimi kıstım. Kadın bir kitabı ezberlemişti. Bütün bir kitap olm. Kitap İstanbul'la ilgili güzel, tarihi bir kitaptı. Kadın kitaptakileri ezbere sayıyordu. Emin olduğu şeylerde dahi parmak kaldırmayan utangaç bir tip olan ben, kendimi hocaya baş kaldırırken buldum.
-Kitap bayağı sarmış herhalde sizi hocam, dedim.
-Ne diyorsun çocuğum, dedi hoca, anlamadığı için sinirli de değildi başta tabi.
-Ezbere okuduğunuz kitap diyorum hocam, bayağı sarmış herhalde. Derse gelmeden ezberlediğinize göre.
O an birkaç kişi daha durumu çaktı, fısıldaşmalar başladı.
-Hoca derse çalışmış da gelmiş beyler, dedi birisi.
Keşke hiçbir şey demeseydim, diye düşündüm. Şimdi başım belaya girecek. Aptal, hocanın yaptığını yüzüne vurdun da bir halt mı oldun. Kadın zaten sana takıntılı.
Dizilerde filan olduğu gibi kızaracak, bozulacak, sonra da çıkışta beni yanına çağıracak zannettim. Yapmadı. Kontrolü ele almak ve ilgiyi üstüne çekmek için elini çarptı. Herkes susunca kaldığı yerden ezbere okumaya devam etti. Biz müzeyi incelemek için serbest bırakıldığımızda bile bana bakmadı.
Çoğu erkek İstanbul'daki müzeleri gezmeyi sever. Öyle zeki olduklarından da değil ha, oteller sarışın Rus kızı kaynadığından. Birkaçı hocalara görünmeden kızlarla konuşunca, ben de kendi kendimi Rus kızları kesmeye zorlarken buldum. Gay gibi görünmemek için diğerleri ne yapıyorsa onu yapmaya zorluyordum kendimi. Gizem'le hala aramız limoniydi, ama Efe bizim kankadan ötesine geçemediğimizi fark edince Gizem'i bana karşı doldurmaktan vazgeçmişti. Belki de Gizem bana asla bakmayacağını söyleyerek onu sakinleştirmişti, kim bilir.
Neyse, sonuç olarak benim gözüm Ada'dan başkasını görmüyordu. Ama şu an onu kesmem zordu, çünkü tam yanımdaydı.
-Rus kızları pek ilgini çekmiyor galiba, dedi.
Ne desem... Ne desem de ezik gibi görünmesem?..
-Gezmek ister misin?
...
Odalara girene kadar Ada ve Gizem'le odalarımızın yan yana olduğunu anlamadım. Ben de Efe'yle kalacaktım. Onlar öyle karar verip bana sormuşlardı, ben de hayır dememiştim tabi. Gerçi itiraf etmek gerekirse ondan biraz çekiniyordum. Çocuk popi sonuçta.
Yemek yemek için restorana inene kadar her şey kısmen yolundaydı. Ada'nın gözünün içine baka baka yemek yiyemem olm. Biri sana bakarken işemek gibi bir şey bu. Üstelik ne yiyeceğimi de bilmiyordum. Gizem'in arkasından vejeteryan bölümünde sıraya girdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EREN
Teen FictionOnu asla gülerken görmemiştim. Tebessüm ederken bile. Mavi gözleri hep boş bakıyordu, küçümser gibi değildi, alaycı bir şekilde de bakmıyordu sadece... Boştu işte. Mümkün oldukça az konuşuyordu ve insanlardan kaçtığı oldukça barizdi. O küçük kafasın...