1: Ellerimde parçalanıyor hayallerim

29 6 10
                                    

Ağlamaktan şişmiş, silmekten tahriş olmuş gözlerimi kitlediğim yerden hiç ayırmadım yol boyu. Sıkıca tuttum içinde yıllar evvel kaybettiğim ağabeyimin yırtık fotoğrafının olduğu eski püskü, patlamaya yüz tutmuş rutubet kokan bez çantamı. Olabildiğince, elimden geldiğince tutundum ona çünkü an itibari ile tek varlığım o eski kağıt parçasıydı.

Boğazım yalvarıp yakarmaktan yırtılmıştı. Sesim kısık çıkıyordu. Gözlerim küçülmüştü iyice ağlamaktan. Kalbim kırıktı ve babamın, beni bırakmaması için ayaklarına kapanıp kölesi olacağımı, yeter ki benden vazgeçmemesini söylediğimde yanağıma attığı tokat hala canımı yakıyordu. Hep yakacaktı. Ölüme kadar terkedilmişliğin verdiği bu tarifi imkansız, kaldırması güç acı ile yaşayacaktım.

Koskocaman bir boşluk hissi kalbimi ele geçirmişti. İçimden bir ses artık beni seven kimse olmadığını, bu koca ve bir o kadar da acımasız dünya ile bir başıma başa çıkmak zorunda olduğumu çığırıyordu kulağıma.

Çantamı ayaklarımın üzerine bırakmış, soğuktan kızarmış ellerimle önce fındıki* kasketimi biraz daha gözlerimin üzerine indirmiş, ardından da onları ince montumun cebine koymuştum. Soğuğa dayanıklıydım esasında, ailem çok da varlıklı olmadığından bazen yakacak odun bulamazdık. En kalın çoraplarımı giyer, öyle uyumaya çalışırdım amansız ocak gecelerinde. Fakat buraların soğuğu bir başka gözüküyordu. Anlaşılan gideceğim yerde epey bir zorlanacaktım.

Anında annemin bana sorduğu o soru geldi aklıma. Bana, babamın kiliseden tanıdıkları Kim'lerin evine hizmetli olarak gideceğimi, eğer istemiyorsam da beni bir yetimhaneye bırakacaklarını söylemişlerdi. Ben de  Yetimhaneden iyidir, diye düşünmüştüm. Oraya gitmektense bütün gün köpek gibi çalışır, soğuktan içim titreye titreye uyurdum. Zaten yetimhaneyi tercih etsem de birkaç ay sonra onlar da büyüdüğümü düşünecek, beni acımasızca kapı dışarı edeceklerdi. Bir kez daha atılmayı kendime asla yediremezdim. Bir defa daha def edilmeyi kaldıracak gücüm kalmamıştı. Öz ailemin beni bir yükten fazlası olarak görmeyişi zaten başlı başına acı vericiydi.

Yol boyu çok düşünmüştüm, beni neden istemediklerini. İlk başlarda bir anlam veremesem de, sonrasında olabilecekler aklımın bir köşesinde sıralanmaya başlamıştı.

Babam bir din adamı olmamı istiyordu fakat ben de Hristiyanlığı tam anlamı ile bilmiyordum bile. Ayrıca bu işe çok da sıcak baktığım söylenemezdi. Çünkü kendisi daha neye inandığını bilmeden bana tapınmamı, şükretmemi ve inançlı bir adam olmamı söylerdi. Böylelikle tanrı beni sever ve bana ileride güzel bir eş verirmiş. Ben de hiçbir zaman inanmazdım söylediklerine. Ne yani? Ben kötü bir insan olsam dahi eğer kiliseye gider, pederin beni günahlarımdan arındırmasını ister ve yemin edersem, tanrı tüm ona yaptıklarımı unutacak ve bir de üstüne bana güzel bir eş verecekti, öyle mi? Eğer buna inanıp inançlı olmamı bekliyorlarsa hayır, ben bunu yapamazdım. Olmadığım biri gibi davranmak, inanamadığım bir şeye inanıyormuş gibi yapmak benim açımdan kabul edilemez bir yalandı. Kendime ve kandıramaya çalıştım Tanrı'ma yalan söyleyecektim ve yerlerin; göklerin yaratıcısı olan o yüce varlık bunu anlamayacaktı? Tüm bu karmaşanın ucunda bitmişti işte her şey... Sevgili babacığım, biricik Tanrı'sının kendisine bahşettiği, huzurlu yuvasının küçük oğlu Jeon Jeongguk'u acımadan bu soğuk kış gününde atıvermişti evden. Yalnızca isimlerinden ve simalarından haberdar olduğu bir ailenin yanında kölelik yapmasına razı gelmişti. Peki bu muydu inanç, bu muydu ibadet?

Eski yaşamımı düşünmeye başladığımda aklıma, benden birkaç yaş büyük olan komşumuzun oğlu Park Jimin'in gelmesine de engel olamamıştım. İyi görünüşlü ve benden biraz daha uzun bir oğlandı. Kasabamızdaki tüm kızlar günün birinde onunla evlenmek için yanıp tutuşuyordu. Fakat o kapısında onlarca talibi olmasına rağmen benimle vakit geçirmeyi severdi. Pek sıkı fıkıydık kendisiyle. Çoğu zaman birbirimizin evinde vakit geçirirdik. Bazen etrafta birilerinin olup olmadığını kontrol ettikten sonra yanağıma sulu öpücükler bırakırdı. Bazen ise sabahın erken saatlerinde evden kaçıp kıra çıkar, kocaman bir çiçek demeti ile gelirdi kapıma. Öyle sanıyordum ki bana ayrı bir sempati duyuyordu. Zira daha evvel hiç onun bir arkadaşına elinde çiçekler ile gittiğine şahit olmamıştım. Zaman zaman tuhaf ya da dengesiz birkaç hareketine rastlasam da Jimin Hyung özünde çok iyi biriydi. Bana mektepte de her zaman sahip çıkmıştı. Ona, beni bu denli sahiplendiği için her daim minnettar kalacaktım. Hatta gideceğim yere vardığımda ilk ve tek arkadaşıma, ona ne kadar müteşekkir olduğuma ilişkin bir mektup yazmayı da aklımın bir kenarına iliştirmiş, saatler sonra nihayet sallana sallana gidip durduğumuz yola bakıvermiştim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 16, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Salvatoré | TaeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin