''O zaman münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar diyordu ki: «Onları dinleri aldatmıştır.» Halbuki her kim Allah Teâlâ'ya tevekkül ederse artık şüphe yok ki Allah Teâlâ azîzdir, hakîmdir.''
Enfâl Suresi, 8/49
______________ _ _ _
''Erdem...
Mektup olarak sana yazacaklarımı düşünüp düşünüp durdum ama bir türlü kelimeleri bir araya getiremedim. Beyaz kâğıda silip silip yeniden yazıyorum. Kurşun kalemin bıraktığı izleri silgiyle temizlerken bile aklıma çocukluğumuz geliyor. Bundan utanıyorum ama her zaman aklımdasın...
Olmamalısın, ben de senin aklında olmamalıyım.
Görücü olayından sonra bir hafta geçti ve hâlâ pişmanlık içinde kavruluyorsun. Böyle olmanı hiç istemedim ki. Böyle acı çekmeni hiç istemedim. Halime üzüldüğünden ya da vicdan azabından dolayı benimle evlenmek istemeni hiç istemedim.
Ben artık senin sevgine inanmıyorum. Günlerdir benimle konuşma çabası içindesin. Semih abinin bana yalvarmaları bile bi' fayda etmedi. Her olumsuz cevap alışında daha da yıkıldın, biliyorum. Laf değil bu, gerçekten inanıyorum pişmanlığına ve çektiğin acıya.
Söyleyeceklerin var biliyorum. Belki de evlenelim diyeceksin... Ben de bundan korkuyorum ya...
Bak, Erdem...
Seni seviyorum...
Seni o kadar çok seviyorum ki...
Öyle, seni şu vakit sevmeye başladım diyebileceğim bir an aklıma gelmiyor. Çok doğal bir şekilde sevdalandım sana. Yani öyle ki... Sanki hep kalbimdeydin... Çocukken, büyürken, büyüdüğümde. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca hep yüreğimdeydin...
Sanma ki bunları yazmak çok kolay... Değil. Bi' görsen, parmaklarım tir tir titriyor. Zaten yamuk yumuk yazışımdan anlamışsındır.
Komik...
Bu yazdıklarımı sana okutmayacağım ki. Yalnızca kâğıda içimi döküyorum. Seninle konuşabilmenin, duygularını öğrenmenin heyecanıyla dolup taşınca, düşüncelerimi yazıya dökmekten başka çarem kalmadı.
Bilmiyorum, belki de sana böyle veda etmek istedim.
Annemler ortak kararını verdi, ben gidiyorum. Şehir dışındaki kursta eğitim alacağım. Bugün günlerden cumartesi gecesi- Şimdi saat on ikiyi bir dakika geçti ve artık pazar günündeyiz. Yani bugün, öğle namazını kıldıktan sonra babamla uzun yolculuğa çıkacağız. Hayırlısıyla gider varırız inşaAllah...
Bana kızabilirsin, hakkındır. Çünkü ne sana, ne Semih abime, ne Davut'a, ne de Esma'ya, kimseye hiçbir şey söylemedim, söyletmedim. Gideceğimi bir tek annem, babam ve ablam biliyor. Ömer abiye sana söylemedi diye kızma olur mu? Çünkü onun da haberi yok. Ablam benim sırdaşım, gönüldaşım. Bir kere söz verdiysek birbirimize, sevdalı olduklarımıza bile sırlarımızı açık etmeyiz. Tıpkı Tekin kardeşler gibi...
Silip silip duruyorum. Oysaki zaten okumayacaksın, özenmeye neden gerek duyuyorum ki?
Biliyor musun? Sana çocukluğumdan beri kızgın olduğum meseleler var. Bunlardan biri de; benim senin her şeyini bilmeme rağmen, senin benim hakkımda hiçbir şey bilmemen. Büyüdüğümüzde namahrem olduk, bahsettiğim haram konular değil, bunu biliyorsun.
Misal, ben senin kırmızı tükenmez kalemden hoşlanmadığını dahi biliyorken, sen benim hakkımda tek bir bilgiye dahi sahip değilsin. Çok kızıyorum bu konuda sana. En çok da kendime.