Siyah ve beyazdan oluşuyordu o. Kırmızı ve mavileri vardı benimle birleştiğinde mor olan. Saçları siyahtı, gözleri kahverengiydi. Ruhu ise gökkuşağı...
Yirmilerimin en güzel yanıydı, tek güzeliydi. İnsanı insan yapan ruhuydu ya, beni ben yapan da oydu. En anlamlı melodiydi dünya üzerindeki. Benim yaptığım bestelerin içindeki eşsiz notaydı. Jeon Jungkook hayatımın miladıydı.
Doğru kişilerin en doğrusuydu. Nasıl desem? Bir insan hayatımıza girdiğinde illa ki bir şeyin miladı olurdu ama o, benim hayatımın tamamının miladıydı. Yeni bir doğuştu, yeni bir doğuştan da öteydi.
Tanrı'ya inandırırdı bazen insanı. Adil olmayan o Tanrı, onun güzelliğini yaratırken de adil değildi bana göre. Ruhuma geceleri fısıldardı ilahileri, kalbim ısınırdı o Tanrı'ya, o böylesine aşık diye.
Hayatım tamamen yağmurla geçmişti, miladımdan önceki hayatım. Güneşimdi benim, Jeon Jungkook. Demiştim ya , gökkuşağıydı ruhu diye; ikimizin birleşimindendi tıpkı benim ruhum gibi.
Ağladığında ruhu kaybolurdu, bulutlar örterdi o güzel gökkuşağını. Geceleri ağlardı ama o, umudumu saklamamak için benden. O, benim umudumdu, talihimdi, kaderimdi.
İnançsız adamın inancıydı o.
Jeon Jungkook garip adamın tekiydi, doğrusu ben de pek farklı değildim. İnsanları umursamazdı, ne isterse onu yapardı zaman, mekân fark etmeksizin. Farklı bir havası da vardı, sıradışıydı fazlaca.
Nesnelere isimler vermeyi gereksiz bulurdu. Onlara değer biçmeyi. Ona göre ilk saygı duyulmalıydı bir şeye, birine. Saygı duymadıktan sonra sevginin de pek anlamı yoktu.
Hep saygı duydum ona sevgiden önce.
Hep saygı duysun istedim, sevgiden önce.
Sevdiğinde çok severdi o. Evimizdeki balık öldüğünde 5 gece ağladığını bilirim onun. Geceleri ağlardı, hep çirkin olduğunu düşünürdü, klişeydi ama buydu bazen. Oysa o, ağlarken İsa'yı bile geçebilirdi güzellikte.
Ama onun için en özeli, renklerdi.
Jeon Jungkook hayatını renklerle boyamıştı. Hepsinin birleşimi beyaz ve siyahtı; onun hayatı buydu. Kalemleri, boyaları, kağıtları hiç eksik olmazdı yanından. Sanki gökkuşağı olduğunu kanıtlamak isterdi insanlara.
Oysa tek ben bildim onun böyle güzel bir gökkuşağı olduğunu. Çünkü hep derdim ona, yalnızca ruhun anlar seni, tek o bilir. Eğer gerçekten ruh eşinse, ruhuna karışır o senden bir parça hâline gelir.
Ruh halleri daima ona renkleri hatırlatırdı mesela. Mutlu olunca sarı oluyormuş her yer; güneş ona mutluluk veriyormuş çünkü. Huzurlu olduğunda mavisi varmış, hırçın olduğunda kırmızısı. Turuncusu umutluysa, yeşili kızgınsa.
Benim rengim mormuş.
Bir gün nedenini sordum ona. İlk sustu, hep düşünüp konuşurdu. Usul usul konuşmaya başladı sonra. Kırmızı ve maviyim ben. Hırçın olduğum kadar huzurluyum da. Sen benim birleşimimsin işte. Hırçın olduğun kadar huzur veriyorsun, öyle ya dengenin ötesinde dengenin sembolü olmuşsun. Sustum kaldım karşısında.
Çok mu konuşurdu, az mı bilmem ama onunla konuşurken zaman kavramını kaybederdim. Çoğu kez gideceğim yere geç kalırdım, asla da pişman olmazdım.
Sonra yine biraz sustuk beraber. Hayatım boyunca birlikte susabildiğim tek insandı o. Ne güzel şeydi biriyle susabilmek! İnsanların ağzındaki kuru gürültülerden sıyrılıp kendi suskunluğunda yaşayabilmek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
what was the color of love? 'yoonkook
FanfictionSiyah ve beyazdan oluşuyordu o. Kırmızı ve mavileri vardı benimle birleştiğinde mor olan. Saçları siyahtı, gözleri kahverengiydi. Ruhu ise gökkuşağı... @smaugshi