NOBEL
(Öykü)
“Ev çok ücra bir yerde, nasıl taşınacağız oraya?”
Gözlerini açıp karısını süzdü. Karısı pişman bakışlarla rutubetten çürümüş zemine bakıyordu. Tekrar gözlerini kapatıp aklındaki makaleyi düşündü.
“Edebiyatın kitlesel oluşu onun yok oluşuna hizmet eder. Eğer edebiyat kitleselleşip kolay kazanç kaynağına dönüşürse o zaman gerçek edebiyat onun ayakları altında ezilecektir. Yüzeysel metinler sabun köpüğü gibi parlayarak okur kitlesini de kendisiyle birlikte sürükleyecektir. Okur ise vefasız sevgili gibi onu sadece bir sonraki eseri okuyana dek aklında tutacaktır. Bu metinler kesinlikle edebiyat tutkusuyla yazılmamış. Onlar ait oldukları zamanın ruhuna uygun, onun nabzını tutarak yazılır ve sonra da bulunduğu zamanla birlikte arşive gömülürler. Lakin bulunduğu zamanın dışında hiçbir zaman hatırlanmazlar. Gelecekte yalnız geri dönüşüm malzemesi işlevini üstlenirler. Kerberos’un salyası kadar zehirli olan bu metinler belirli gelip geçici işlevlerini üstlendikten ve birtakım hedefler için araç olduktan sonra değersiz söz yığını olarak bir kenara fırlatılırlar. Hakimiyetin…”
“Nakliyeci ne kadar para ister acaba?”
Cebinde yalnız on manat parası kaldığını hatırladı.
“Hallolur,” dedi isteksizce.
“Dün gece fareden çok korktum,” dedi karısı gözlerini köşedeki koca deliğe dikerken.
“Alıştık zaten.” Sesi biraz daha kısıldı.
“Belki de son geceydi, o yüzden bu kadar heyecanlandım. Hani filmlerde de olur ya son gün ya da son saatlerde bazı felaketler yaşanır,” diyerek gülümsedi karısı.
“Son gece…” diye fısıldadı kendi kendine.
“Küçük halkların edebiyatı…”
“Emlakçı yirmi manat aldı. Civardaki en iyi ev olduğunu söyledi,” dedi karısı odadan çıkarken. Sesi mutfakla salon arasında bölündü âdeta. Sesin yarısı ona kaldı, diğer yarısı ise karısıyla birlikte gitti.
Ellerini tekrar başının arkasında birleştirip gözlerini kapattı…
“Yazmak ve yazarı olmak istedikleri küçük toplulukların büyüklük iddiası taslayan insanları yazdıkları karalamalarıyla dünyayı kurtarma niyetindeyken aslında odaklandıkları yine de kendi kişilikleridir. Onlar edebiyata metinleri ile değil, kendi kişilikleri ile giriş yapmaya çalışırlar. Bunu yaparken yazdıkları metin, bu metnin sırtına yükledikleri kişiliklerinin (yani egolarının) altında ezilir. Onlar kurtarıcı rolünü üstlenemezler zira yazdıkları metinler kaynak suyu gibi doğal olmaz, yalnızca imitasyon yapmış olurlar. Onlar…”
“Her şeyi topladım. Sadece kuşların kafesi kaldı. Eldar’ın dediğini mi yapayım sence? Satsak mı şunları?”
Gözlerini açıp odada küçük bir yer kaplayan yeşil kafese baktı. Şişmanlayıp tüylerini döken muhabbet kuşları öylece ayakta uyuklamışlardı. Evi onlarsız hayal etmeye çalıştı. Sanki bunca zaman olmayan evlatlarının sevgisini onlara vermiş gibiydi.
“Hayır, satmayalım,” söylemek istedi. Cebindeki on manatı hatırlayıp sustu.
“İki odalı. Mutfağı da var. Komik olan ne, biliyor musun? Arkadaki odanın penceresi bahçeye açılıyor. Burada ne var ki, diyeceksin. Tabii böyle söyleyince kulağa basit geliyor. Ama oda o kadar dipte ki yalnız pencereye tırmanarak bahçeye çıkılıyor. Tıpkı İçeri Şehir gibi. Duvarlar çok eski. Biliyor musun, diyorlar ki…” Karısı tekrar sesini alıp mutfağa gitti. Oradan konuşmaktaydı.
“Yazar kendi yazısında açıklama yapmamalı ve kendi yazısını savunmamalıdır. Metnin arkasındaki yazar “ölmüyorsa” onun sonsuz oluşu da söz konusu olamaz. Okur Stendhal Sendromu yaşayamazsa ve metin zamansızlığa (sonsuzluğa) hitap etmezse küçük halkın büyük edebiyatı yalnızca bir ihtirastır. Övgü ve ithaf üzerine kurulan söz yığını ne yeni akımlardan ne de yeni nefesten bahsedebilir. Onlar sadece imitasyon yaparlar. En büyük şanssızlık ise imitasyon yaptıklarının da miladının dolmuş olmasıdır. Onlar taklit edecek yeni birini buluncaya dek başka biri ortaya çıkar, böylece onların imitasyon hızları yeni nefeslere uyum sağlamaz. Eski, klasik metinlerin arasında kalan ölü sineği anımsatan bu sözde yazarlar eser hırsızlığı yaptıklarını da saklamamaktalar.Onlar okurlarını hor görüp konularının yaşamakta oldukları bohem hayat tarzıyla uyum sağladığını belirterek kendilerini temize çıkarmaktalar. Oysa yazarın metni yazarken nelerle uğraştığı veya hayat tarzı okuru değil biyografi yazanları ilgilendirir. Onların değişiklik arzusu her zaman yazdıklarına yükledikleri egolardan daha hafif olduğu için eserleri sabun köpüğü gibi yükselerek uçup havaya karışır, o kadar. Geri dönüşüm malzemesi…”
“Beni dinliyor musun? Ne diyordum, evet, ev gizemli mağaraya benziyor. Pencere bana o kadar ilginç geldi ki sandalye koyup tırmandım oraya. Düşünebiliyor musun, çocuk gibi. O kadar hevesliydim ki… Tırmandım, kendimi Alice gibi hissediyordum. Bir bilsen, öyle bir hevesle tırmandım ki orada farklı bir şeyler görebilmeyi umarak. Oysaki…” Kapının çalınması karısının sözlerini bitirmesine engel oldu.
“Hatırlat da anlatayım. İlginçti,” dedi karısı kapıya doğru giderken.
“Pencere, kapı, tırmanmak…” Bu üç sözcük anahtar kelime gibi hafızasında dolaştı. Nerede okumuştu, belki de yaşadıkları deja vu idi ya da bütün bunları rüyasında görmüştü. Zaten son zamanlarda hastalığıyla ilgili hep karabasan görmekteydi.
Karısı kapıda biriyle konuşuyordu, “Çok pahalı, biraz ucuz olamaz mı?” dediğini duydu. Az sonra kapı kapandı. Karısının ayak seslerinden onun mutfağa gittiğini anladı. Ellerini unutmuştu neredeyse. Deminden beri başının arkasında birleştirdiğinden uyuşmuşlardı. Zaten vücudunun uzuvlarını unutması eski alışkanlıklarındandı. Bazen saatlerce bacak bacak üstüne atıp düşüncelere dalar, onları ayırmak aklına gelmezdi.
“Pencere, kapı… Evet, hatırladım!” uyuşan elini dizine çarptı. “Aziz Nesin! İstanbul’da denize bakan ev ararlar. Pahalı evlere paraları yetmez. Uzun aramalardan sonra bir ev bulurlar. Ev sahibi evin penceresinin denize açıldığını iddia eder. Aziz Nesin buna inanamaz. Bu kadar ucuz kira karşılığında denize bakan evi nasıl verebilir, diye düşünür. Nihayet gidip eve bakmaya karar verirler. Bodrum katında bir ev bulurlar. Karısı sandalyeye çıkıp zar zor küçük delikten bakarak denizi bulur. Seni gidi ev… Aziz Nesin.” Tekrar makalenin devamını düşünmeye başladı.
“Roman nedir? Maupanssant bu soruya karşılık şöyle der: “Bu türle ilgili sabit bir fikir söylemek imkânsızdır.” Bahtin ise: “Roman omurgası henüz gelişmemiş olan tek türdür,” der. Belinski’den de örnek verilebilir: “Roman ve uzun öykü bizim çağımızda edebiyatın diğer bütün türlerini sıkıştırarak arka plana atmış ve edebiyatta hâkim bir mevki tutmuştur. Şimdi ciddi edebiyat belletrist (ince) edebiyata direnememektedir.”
Ama bugün belletristik yazanlara hitap etmemiz saçmalık olur. Çünkü belletristik yazanları edebiyat tarihinin çöplüğünde bile bulmak imkânsızdır. Bugün, hız çağında okurların edebiyat hafızası aynı hıza denktir. Bunu kaba bir tabirle şöyle açıklayabiliriz: Balleristik yazanlar kayısılı bağın (bağda kayısı var idi… ) sahibi ile aynı kaderi paylaşacaklardır. Onun uzun ömürlü olması tanıtımının ömrüne bağlıdır…”
Karısı içeriye girmeden kollarını göğsünde birleştirdi.
“Gelen kimdi?” Makalenin akışından zorlukla kopup gerçeklere döndü.
“50 Manat istedi. Daha ucuz olamaz, dedi. Kamyon lazım ama…”
Zorlanarak:
“Sevdalardan mı istesen? Biliyor musun, Marquez Paris’teyken…”
“Biliyorum, Marquezlerin Nobel almadan önce Paris’te ne çilelere katlandıklarını söyleyeceksin. Ama ne sen Marquez’sin, ne de burası Paris. İki gündür uçtmuşsun yine. Ne yazıyorsun? Rüyanda da “sözde yazarlar” diye sayıklıyorsun. Para lazım, paraaa… Bir gün Nobel alacağını mı umuyorsun? O hoo…
Karısına cevap vermedi. Aslında verilecek cevabı da yoktu. Gazetede yayımlatacağı makale zihnini büsbütün meşgul etmişti.
Az sonra çantaları kapının yanına sıralayan karısı kınayan bakışlarla süzdü onu. O da ayağa kalkıp karısına yardım etti.
“Peki, şu 50 manat meselesi nasıl olacak?” kuşların kafesini taşırken utana sıkıla sordu karısına.
“Televizyonu kullanmıyoruz zaten. Onu almasını söyledim. Artık farelerle birlikte yaşanmaktan tiksiniyorum. Televizyonsuz yaşayabilirim,” diyen karısı bütün eşyaları toplamıştı bile.
“Söylemeyi tamamen unutmuşum,” samimi bir ses tonuyla konuştu karısı, “bizim şimdi taşınacağımız evi bir zamanlar Nobel seyisi için yaptırmış meğer.”Ulviye TAHİR
![](https://img.wattpad.com/cover/191512058-288-k82891.jpg)