çiçeklerim bir fularda, boynunda

317 34 100
                                    

-Come back to me before the sunset.

Bize hayal kurmayı bıraktıran şeyler vardır hayatımızda. Bir olay, bir düşünce, bir his veya bir insan. Dakikalar önce istediğimiz şeyi dakikalar sonra istemeyiz mesela. Aklımıza dahi getirmeyiz. Hayal ettiklerimiz yerine elimizdekilere döneriz. Her zamankinden biraz daha buruk, biraz daha yalnız oluruz.

Ben bu yalnızlık denen şatoda pencerelerimi kapatmış otururken camıma atılan taşla yeniden gözlerimi açmıştım. Nefes almıştım. İçeriye dolan hava güneş ışığını beraberinde getirmiş, tenimi yakmıştı. O yüzden içtenlikle söylemeliyim ki bu benim şatodan kurtuluşumun hikayesi değildi. Bu şatoda yalnız olmayışımın hikayesiydi. Çünkü Kim Taehyung taş duvarların arasından sızan güneşti. Ve hayatıma tam olarak böyle girmişti.

Bir sahil kasabasında, oldukça az nüfuslu bir kesimde yer alan küçük bir evde yaşıyordum. Annem, babam, ben ve çiçeklerimden oluşan çekirdek ailemizle çoğu haritada ismi geçmeyen bu köye yerleşmiştik. Uzun yolculuklara, değişen havaya dayanamayan çiçeklerimin yarısını yolda diğer yarısını da yerleştiğimiz burada, hayret edilesi küçük kasabada, kaybetmiştim. Ve ağır ergenliğimde sürekli girdiğim bunalımlara birde yasım eklenmişti.

Hayatımdaki tek aktivite sahilde yürüyüş yapmak, Bob amcayı ziyaret etmek ve kasabadaki kütüphaneye gitmekti. Zamanla bu aktivitelerin içine boynundan hiç çıkarmadığı çiçekli fularıyla bir çocuk girmişti. Aklıma ve kalbime girdiği gibi. Kim Taehyung'a aşık olmanız için gözlerine bir saniye, gülüşüne iki saniye, burnunun ucundaki bene üç saniye bakmanız yeterliydi. İşte bu kadar kolaydı. Zaten sonrasında o kanınıza karışarak bütün vücudunuza yayılıyordu. Kim Taehyung'a aşık olmak biraz da yenilmekti. Gözleriniz acırken güneşe bakmak gibiydi.

Birbirinin aynısı olan günlerin birinde yine kütüphaneye gitmiştim. Tek katlı ahşap bir evdi kütüphane. Oymalı bir kapısı, kapının üzerinde sarı bir zili vardı. Kütüphanenin sahibi altmışlarının ortasında olan Bob amcaydı. Ama çoğunlukla bu küçük yeri bırakır balık tutmaya giderdi. Çatık kaşlarıyla herkesi korkutsa da yumuşacık bir kalbi vardı. Kasabada namı duyulmuş nadir insanlardandı. Bir elinde kitap bir elinde olta ve iç cebinde taşıdığı ölen karısının resmiyle bilinirdi. Bu yüzden iç cepli yeleğini yaz kış çıkarmazdı. Olur da yolunuz bu kasabaya düşerse krem rengi bir yelek giyen çatık kaşlı adam kesinlikle Bob amcadır.

Oymalı kapıyı açtığımda çıkan zil sesine karşılık gelmemesiyle Bob amcanın yine balık tutmaya, sahile, gittiğini anlamıştım. Elimdeki kitabı yerine bırakırken bir yandan da yeni bir şeyler seçmeye çalışıyordum. Dördüncü raftan çektiğim kalın ciltli kitapla aralanan kitapların arasında onu görmüştüm. Kare gözlükleri, beyaz tişörtünün üzerine giydiği keten krem rengi gömleği ve boynundan çıkarmadığı çiçekli fularıyla Kim Taehyung parlıyordu.

İlk yenilgim, ilk heyecanım, ilk aşkımdı Kim Taehyung. Benim ve bir çok insanın. Ama onda farklı olan bir şeyler vardı. İnsanı harekete geçiren bir şeyler. Kurmayı bıraktığım hayallerimi canlandıran ilk kişiydi. Sesim soluğum çıkmazken beni o karanlık şatoda bulan ilk kişiydi. Evet, bize hayal kurmayı bıraktıran şeyler vardır hayatımızda. Ama unuttuğum bir şey vardı ki o da yeniden hayal kurmamızı sağlayan şeylerdi. Hayali hayatta tutan şeyler. Ve ben bunu ona borçluydum.

Kim Taehyung'un her hali çok güzeldi. Naifti. Solan çiçeklerim gibi rengarenkti. Ama ben o gün ilk defa bir başka güzelliğine şahit olmuştum. Ellerim titrerken kitabı göğsüme kafamı rafa yaslamıştım. Demiştim ya Kim Taehyung çok güzeldi. Ama şiir okurken bir başka güzeldi.

yüzünü güneşe dön||taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin