"Geçemiyorum sevginden."
Onun, ofisinden çıkmasıyla sanki gizli bir el boğazımı bırakmış gibi derin bir nefes verdim. Ve sersemlikle öne doğru sendeleyip önümdeki masaya tutundum. Bu yaptığım şeyi kime anlatmam gerektiğini bile bilmiyordum. Şimdi her şey gitmiş, yalnızca omzuma yüklenen sorumluluklar ve kendime vermem gereken bir hesap kalmıştı.
Maun raflı bir dosya dolabının yanından geçip Mithat Göze'nin masasındaki çekmecelerin ilkine uzandım. Anladığım kadarıyla adamın odasında kamera yoktu.
İsteğim doğrultusunda kâğıdı kolayca yırtabilir, anlaşmayı yok edebilirdik. Alaz da bile bile başka bir yangının kucağına atılabilirdi. Kendimi ve onu güvenceye almamı sağlayacak bir şeyler bulmam gerekiyordu. Kozları bir bir elimde tutmalı, kontrol edilebilecek bir kızdan fazlası olmalıydım.
Çekmece ufak bir hareketle açıldığında başımı kaldırıp bir kez daha etrafı kolaçan ettim. Anlaşmanın fotoğrafını çektiğim sırada bir 'takip' dosyası gözüme takıldı. Bakışlarım dosyanın üzerinde hızla gezerken şaşkınlıkla ve garip bir üzüntü hissiyatıyla yüzüm değişiyordu. Merkezin başındaki adam hasta mıydı yani?
Gözümün önüne toplantıdaki mendil geldi.
Ne kastettiğini anlayamadığımı sandığım yeri bir kez daha okudum. Mithat Göze'ye birkaç yıl önce akciğer kanseri teşhisi konulmuştu. Bulgulara göre ciddiydi ve bu yıllar içerisinde yapılan tedaviden hiçbir sonuç alınamamıştı.
Son sayfaya geldiğimde yine onun mührünü gördüm. Doçent doktoruyla tam bir gizlilik konusunda anlaşmışlardı. Yüreğimde bir ağırlık dalgasıyla elimi ağzıma kapattım. Adam ölüyordu ve bunu saklamak zorunda kalmıştı. İçim sızlayarak ona hak verdim. Eğer bir kişi bile bu durumu öğrenmiş olursa otoritesi çok büyük bir tehlikeye girerdi.
Boğazıma bir taş oturmuştu. Dosyanın tamamının kaydını alıp çekmeceyi titrek ellerle kapattım.
Ben artık bir muhbirim ve bu oyuna dahil oldum.
Gereklerini de yerine getireceğim, diye cesaretlenmeye çalışsam da cam kapıya doğru giderken tüm gücüm çekildi. Sanki içimdeki hava ağırlaşmış beni boğuyordu.
"Beni keşke sevdiğim insanla tehdit etmeseydin," dedim ama çoktan gözyaşlarına boğulmuş, kendime bir neden arıyordum.
*****
Yanağımdaki izlerin silinmesini ve yaşadığım etiklik krizini atlatmayı beklemek için Alaz'la tartıştığımız yerde oturduktan sonra önüme çıkan ilk kişiye onların nerede olduğunu sordum. Kalem etekli kadın beni –kaküllerimde duraksayarak- özellikle süzmüş ve bunca gürültüye sen mi sebep oldun dercesine bir memnuniyetsizlikle cevap vermişti. İyice paranoyaklaşmadığımı umarak biraz ilerideki asansörün düğmesine bastım.
Alaz ile Jülide anladığım kadarıyla ufak bir toplantıdalardı ve Jülide kesin talimatla gökdelenden çıkmamamı emretmişti.
Düğmeye bir kez daha bastım. Emri Alaz'ın verdirttiğini biliyordum ama bu her an ortadan kaybolacak çocuk muamelelerinden usanmıştım. Düğmeye ısrarla basmaya devam ediyordum ki biri "Geldi zaten," dedi. Korkuyla hareketlenip gerçekten de bu katta olan asansöre doğru devrildim. Sesin sahibi beni belimden yakaladı.
Bir çift yeşil gözle karşı karşıya geldiğimde şaşkınlıkla kendimi doğrultmaya çalıştım. Kaşlarım çatılmaktan ağrımaya başlayınca böyle yapmaktan vazgeçtim. Utançla geri geri giderken adam –benim yaşlarımda gibi gözüküyordu ama polis olanların yalnızca kimliğine bakınca doğruyu anlardınız- ellerini önünde bağladı ve kapının kapanışını izlerken sırıttı. "Senin burada ne işin var?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğu: YOL
Teen Fiction#4 Yalnızlık^^ Yalnızlığı en iyi anlatan hikaye! "Evrende bin bir yanlışlık var. Fakat ben en olmazı yaşıyorum. Okulda normal bir öğrenci sandığın narkotik polisinin gizli görevini ortaya çıkarmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da, o polise aşık...