5 Ağustos 2018 Pazar
Sevgili günlük,
Bugün olan her şey kesinlikle Hoseok'un suçu. Sana yemin ederim ki ben bir şey yapmadım. Video oyunlarına olan aşkımı biliyorsun. Onlardan asla ayrılamıyorum. Pazar günleri yapacak çok fazla şeyim varken Hoseok araya lunaparkı sıkıştırdı. Evet onunla lunaparka gittik.
Sabahın onunda uyanıp güzelce kahvaltımı yaptım. Okul yoktu ve mutluydum. Üniversite zor biliyorsun. Aslında bilmiyorsun çünkü sen bir günlüksün. Her neyse ödevlerimi mutlu bir şekilde bitirmiştim. Sıra oyundaydı. Ama Hoseok aradı beni. Oyunun ortasında hem de. Facia.
Bana dediği tek şey 'Jungkook saat yedide seni alacağım hazır ol. Lunaparka gidiyoruz.' buydu. Ben lunaparkları sevmem bile. Ama pazar günlerini ve lunaparklarını nasıl sevdiğimi öğreneceksin.
Tüm günümü oyun oynayarak geçirdikten sonra saat yedi olmadan üstümü giymiş bir şekilde Hoseok'u bekledim. Yaşça büyük ama ona asla hyung demem ben. At ağızlı. Sap ölür umarım.
Beni zorla aldıktan sonra zorla lunaparka götürdü. O gürültüyü ve ışıkları hayal dahi edemezsin. Önce atış yaptırdı, sonra gondola ve sonra en kötüsüne bindirmeye kalktı. Evet o. Dönen salıncağa bindirdi. Benim yükseklik korkum var. Yükseklik korkusu. Hani ben daha ikinci kattan bakamam ama o beni beş kat yüksekliğinde bir ipe oturttu.
Buralar çok heyecanlı o yüzden düzgünce anlatacağım. Tam olarak şöyle oldu anlatıyorum.
Hoseok beni heyecanla ışıklı salıncağa doğru sürükledi. Hayır ona asla binmezdim. Hiçbir güç beni ona bindiremezdi. Yükseklikten korktuğumu en iyi o bilmesine rağmen beni zorla ona bindirecekti. Hissediyordum. Bir Jung Hoseok'tan kaçış yoktur.
Tam beni zorla sürüklerken uzaktan yeşil saçları olan kısa boylu birisi geldi. Heyecanla o tarafa baktı. Meğer gelen kişi arkadaşıymış. Hızla kolumdan tutup yeşil saçlı kısa şeyin yanına sürüklendim.
Sonra ne mi oldu? Cevap basit. Onu gördüm.
Açık kumral saçları hafifçe dalgalandırılmıştı. Gözlerinde açık mavi lensler vardı. Çok hafif bir pembeyle göz makyajı yapmış, dudaklarına da kırmızı pembe arası bir ruju hafifçe dokundurmuştu. Bir kulağında halka, diğerinde ise uzun zincirli küpeler vardı. Boynunda kırmızı taşlı küçük bir kolye vardı. Üstünde bol ve salaş bir gömlek vardı. Bir düğmesini açık bırakmıştı. Altında ise açık mavi yer yer yırtık bir pantolon vardı. Sıradan spor ayakkabılar giyiyordu.
Günlük sanırım o an ben aşık olmuştum. Hoseok ve kısa adam ne konuştu bilmiyorum. Onları duymamıştım bile. Gözlerim hala kapkaranlık gecede bembeyaz giysileri ile karşımda duran onda takılıydım. Tanışamadık bile.
Ne güzel dalmış gitmişken Hoseok omzumdan tutup sarstı. Lanet Hoseok. Zaten en güzel anları mahvediyordu. Ben ne olduğunu anlamadan bağıra bağıra konuşmaya başladı. Heyecanını sikeyim Hoseok.
"Jungkook ben Yoongi ile binsem sen arkadaşı ile binersin değil mi? Yoongi uzun zamandır konuşamadığım bir arkadaşım. Onunla biraz vakit geçirmek güzel olur. Bir şey demezsin bence."
"He he."
Ne dediğimi inan hatırlamıyorum günlük. Sadece önden giden Hoseok ve Yoongi'den sonra geride kalan ikimizi hatırlıyorum.
"Hey, gelmiyor musun?"
GÜNLÜK SESİ O KADAR GÜZELDİ Kİ BOĞULMAK İSTEDİM. GÜNLÜK KAFAYI YİYORUM ÇOK GÜZEL. Sakinim.
Hiçbir şey diyemedim o an. Sanırım hı hı gibi bir şey dedim. Sonra bileğimden tutup beni Yoongi ve Hoseok'un arkasından sürükledi. Ne olduğunu anlayamadan kendimi salıncakta kendi kemerimi bağlarken buldum.
"Hoseok binmesek olur mu?"
"Olmaz Jungkook."
"Ama cidden çok korkuyorum. Lütfen."
"Bir şey olmaz. Biz varız."
Bir şey dememiştim. İnatçı işte. İstesem de salmazdı beni.
Bir anda dönen salıncakla korkmaya başlamıştım bile. Günlük inan bana çok korkuyordum ve yavaş yavaş yerden yükselmeye başlamıştı. Herkes heyecan ve mutluluktan çığlık atarken ben korkudan çığlık atıyordum. Utanmayı falan geç korkudan ölmek üzereydim.
"Hey korkuyorsan elimi tutabilirsin."
"Ne?"
Yüksek ses ve korkum onu duymama izin vermiyordu. O da bağırmayı seçti.
"Korkuyorsan elimi tut! Belki korkun geçer!"
Bunu demesi üzerine yavru koalanın annesine yapışması gibi eline yapıştım. İnce ve uzun kemikli elleri çok bakımlıydı ama ben orada ölmek üzereydim. Kalbim korkuyla karışık heyecan yüzünden çıkmak üzereydi.
Beş dakikalık heyecan için ömrümden ömür gitti. Yere inip durduğumuzda hala elini sıkıyordum. Umarım elini kırmamışındır.
"Hey iyi misin?"
"Evet."
İyi olduğumdan emin değildim ama evet demiştim. Başım dönüyordu. Midem de bulanıyordu.
Ellerimizi ayırıp kendi kemerini çıkardıktan sonra benim kemerimi çıkarmama da yardım etmişti. Titreyen ellerim bir şey yapmama izin vermemişti.
Hoseok mu? O hala minik marul kafayla sohbet ediyordu. Beni unuttuğuna bahse girerim.
Oturduğum yerden kalkıp yavaşça yürümeye başladım. Ama bu yürümek değildi. Resmen düz çizgide sağa dönüp yürüyor gibiydim.
"İyi olduğuna emin misin? Çok kötü görünüyorsun ve bembeyazsın."
İyi değildim ve aksine berbattım. Beynim pelte pelte olmuştu. Düzgün adım atıp düzgün göremiyordum. Üstelik sesleri de duyamıyordum. Yürümeye çalıştığım düz zeminde yalpalarken ona yaslanmamı sağlayıp belimden tutmuştu. Sayesinde kalbim depar atmıştı. Teşekkürlerimi iletiyorum ona.
Sonra bir başka facia gerçekleştirdim. Artık dermanım kalmamıştı ve ayakta duramıyordum. Gözlerimi de açık tutamıyordum.
O geceye dair son hatırladığım şey düşen beni tutması, Yoongi denen çocuğa seslenmesi ve Hoseok'un sonunda beni görüp Jungkook diye bağırmasıydı. Sonrasında ne olduğunu bilmiyorum.
Şuan evdeyim ama. Gece rüyamda onu görmeyi diliyorum. Lanet bir okul sabahına uyanmak istemiyorum ama yapacak bir şeyim yok. Okumak zorunlu günlük.
İyi geceler günlük. Yarın onun kim olduğunu bulacağım. Sanırım pazarları da seveceğim.
--------
Şey ben yeni bir şeyler deniyorum ama hadi hayırlısı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~ DEAR DIARY ~
Fanfiction"Sevgili Sikik Taehyung, Günlerden pazar ve ben pazarlardan nefret ederim. Ama şimdi düşününce, sanırım artık pazarı seviyorum."