Çeviren: Yei
Yazar: LalaLuhanneJongin, ne zaman biraz boş zamanı olsa kaptanın kamarasında otururken kolyeyi alıyor ve takıyordu. Bu onu iyi hissettiriyordu –daha önce böyle pahalı bir şey takmamıştı ve kolyenin üzerindeki tek bir taş bile Jongin’den daha pahalı olmalıydı. Kutu Kyungsoo’nun masasına konmuştu. (mücevherlerin çıktığı kutu), henüz bir şeyde kullanılmamıştı ama Kyungsoo yakında ona ihtiyacı olacağı konusunda ısrar etmişti.
“Onu kilitleyecek bir anahtarımız olsa da güvenlikli değil.” Ve haklıydı da, her zamanki gibi.
Kyungsoo zamanın çocuğunu ya kamarasında ya da üst güvertede geçiriyordu. Kaptanın kamarasında oldukları zamanlar genellikle çakışmıyordu, bunu geceye saklıyorlardı, ama bir öğleden sonra Jongin Luhan’a yelkenleri değiştirmesinde yardım etmek için aşağı geldiğinde, Kyungsoo odadaki masada oturuyormuş bir şekilde duvarda asılı olan resme bakıyordu. Jongin hiçbir zaman ona yargılayıcı bakışlarla baktığını görmemişti ama Kyungsoo’nun ifadesinde yumuşaklık o kadında bir şeyler olduğunu hissettirmişti. Daha doğrusu, Jongin kaptanın yüzünde rahatsız bir melankoli olduğuna yemin edebilirdi.
Sormak zorunda hissetti.
“Kaptan, bu kadın kim?”
Kyungsoo misafir beklemiyormuş gibiydi, görünüşe göre, Jongin’in rahatlatıcı sesini duyduğunda gözle görülür şekilde gerginliği gitmişti.
Hemen cevap vermedi ama cevap verdiğinde sesi garip bir şekilde düzdü.
“Annem.”
Oh. Jongin şimdi tekrar baktı ve kaptanla kadın arasındaki benzerlikleri fark etti. Her ikisinde de dünya dışı bir güzellik vardı, Luhan’da ki gibi değildi. Büyük gözlerini ondan almıştı ve köşeleri aşağı eğildiğinde dudakları aynı şekilde somurtkan oluyordu. Neden bu benzerlikleri daha önceden fark edemediğini merak etti –belki de ondan kaçınmak yerine ona dikkatlice bakması gerekirdi.
“Çok güzelmiş.” Çünkü öyleydi.
Kaptan daha da sessizleşti. Jongin kapı eşiğinde beceriksizce ileri geri sallandı.
“Öldü.”
“Üzgünüm.” Neden bunu söylediğini bilmiyordu ama şuan için doğru görünüyordu. Bu duyguyu bilirdi ama konuşmayı kendine çevirmek istemedi. Kyungsoo Jongin’e bakmak yerine bakışlarını duvardaki resme sabitlemişti.
“Üç yıl oldu…”
Bu Jongin’e sormak isteyeceği yeni soruların dünyasını açmıştı ama asla soramadı. O anda Kyungsoo başka bir şeyler daha söyleyecekmiş gibi görünüyordu ama kamaranın kapısı patlıyormuş gibi açıldı. Baekhyun orada dikilmişti, bakışları kaptan ve Jongin’in arasında gidip geliyordu. Önemli bir şeyleri böldüğünü anlayınca yüzüne utanç yayıldı.
“Ufukta bir gemi var, kaptan. Çarpışmaya giriyoruz.”
“Anlaşıldı.” Ve Baekhyun gitti. Kyungsoo masadaki çekmeceyi açtı ve silahları dışarı çıkarttı –bıçaklar, kılıç, tüm seçimini vücuduna yerleştirdiği silahlardan yan yapmıştı. Jongin masanın başına geçti, klasik pozisyonu.
Kaptan Kyungsoo nazikçe koluna dokundu, ifadesi sertti ama önemli bir şey söyleyecekmiş gibi tereddütte duruyordu.
Kafasını Jongin’ çevirmeden önce son kez resme baktı.
“Dikkatli ol.” Ve gitti.
Oh evet, Jongin dikkatli olmalıydı, her zaman öyle olması gerekiyordu. Ve onun bunu ne kadar çok düşündüğünü bilseydi kelimeleri söylemeye ihtiyacı olmazdı. Başucu çekmecesinden kolyeyi aldı boynuna taktı ve tekrar masaya oturdu. Parmak uçlarını kolyede gezdirirken duvardaki kadına baktı. Kaptanın annesine.
Kimdin sen*? (*Kyungsoo’nun annesi)
Düşündü, ama parlak boyalı dudaklar cevap vermedi. Mükemmel yapılmış bir portreydi, canlı ve nefes alıyormuş gibi görünüyordu. Kadının gözleri Jongin’in ona sormak istediği soruları barındırıyormuş gibiydi ve sessizlik içinde garip bir güç varmış gibi hissetti, kaptanın annesiyle sessiz bir konuşma.
Artık ona baktığında özellikleri daha yumuşak görünüyordu, daha tanıdık ve daha az sert. Bakışları daha az yargılayıcıydı ve daha kaygılıydı. Dudakları somurtuyordu ama dış görünüşü kayıtsız değildi. Jongin onun bir anne gibi davrandığını hayal etti, çocuğuna dikkat eden e gülümseyen.
Pek işe yaramamıştı, çünkü o ancak Kyungsoo’nun yüzünü düşünebiliyordu, ama kadının sert ifadesinin ardında daha çok sır var gibiydi. Kyungsoo kesinlikle annesine benziyordu.
Kimdi o*? (*Kyungsoo)
Kolyesiyle oynayarak ve Kyungsoo’nun annesine bakarken çok zaman harcamıştı. Her detayı incelemişti, bunun kaptanı anlamasına yardımcı olacağını düşünüyordu. Elbisesinin üzerindeki zengin mücevherlere baktı, saçlarında siyah vuruşlar vardı, göz kamaştırıcı taşlar boynunun etrafına dolanmıştı.
Kalp şeklinde olan taş Jongin’in daha çok ilgisini çekmişti ve gök kuşağının her rengiyle parıldıyordu. Ona kendi kolyesini hatırlatmıştı, sadece birazcık, parlak renkler ve altın ip açısından. Sadece onu takan kadının güzelliğini yansıtabilirdi.
Üst güvertede ayak sesleri vardı –normalde Jongin o sesleri kaptanın kamarasından duymazdı ama bu sefer duymuştu. Ağır ve çıldırmış gibiydiler –belki de bir davetsiz misafirdi? Yada tayfanın geri kalanı ganimetleri yerleştirip bir an önce diğer gemiden uzaklaşmak istiyordu? M üzerine hayali resimler çizmeyi bırakıp mor ve mavi tüylü bıçağı eline aldı. Boya fırçasına benziyordu, en azından Jongin bir boya fırçası olmasını hayal etmişti.
Önündeki boyalı portreye bakarken yine düşüncelere dalmıştı. Kyungsoo’nun annesi zarifçe bir sandalyede oturuyordu, pozun benzerliğini koruması için yağlı boyalarla zahmetsizce boyanmıştı. Geminin hareket etmeye başladığını zar zor fark edebilmişti. Normalde birisi üzerlerinde ne kadar baskı olursa olsun onu almaya gelirdi.
Jongin resme hafif bir selam verdi ve hançeri sıkıca kavradı, üst güverteden gelen çığlığı duymak için tam zamanında kaptanın kamarasının kapısını açmıştı.
“CHANYEOL!”