O gün Jeon biraz fazla ileri gittiğini düşünüp benden defalarca özür dilemişti. Beni kırdığı fikrine nereden kapıldı, bilmiyorum. O gün beni ağlatan şeyin kendisi olduğunu düşünmüş muhtemelen ama ben ona asla kırılmam. Çünkü o Jeon.
Günlerdir hafızam bana anılarımı film gibi izletiyor ve gözlerimin önünde beliren bu filmlerin gizli kahramanının ne kadar çok çabaladığını gördükçe acı çekiyorum. Filmin başlarında güneş gibi parlak olan gülsemesi, sonlara doğru ışıltısını kaybederek soluklaşıyor. Ruhsuz bir hal alıyor. Sahte sahte gülüyor artık o dudaklar. Sonra detaylar var tabi... İlk zamanlar belli belirsiz bir sevgi kırıntısını işaret eden bu pembe tabelalar sonlara doğru kırmızının en tutkulu, en koyu tonlarında kendini gösteriyor. Tae'nin hayallerinin kanına bulanmışlar sanki. Ben yapmışım bunu, tek tek öldürmüşüm umutlarını. İşin kötüsü ise bunun bir telafisinin olmaması. Elimden gelen tek şey onun gözüne görünmeyip beni kalbinden silmesi için dua etmek.
Başka ne yapabilirim ki?
Delirmişçesine izlediğim tavandan bir cevap bekliyorum. O ise öylece durmaya devam ediyor. Keşke üzerime üzerime gelmek yerine direk kafama düşsen, diyorum kendi kendime. Belki o zaman herkes benden kurtulur ve unutulurum, diyorum sonra da.
Unutmak... Unutamamak.
Beynimde yankılanan çağrışım tekrar gözlerimi dolduruyor. Ağlamaya başlayacakken kapı sesi duymamla kendimi dizginliyorum. Ancak kalkıp kapıyı açmak yerine öylece bakıyorum koridora. Kalkasım gelmiyor. Israrla çalmaya devam edince de gözlerimi silip ayağa kalkıyorum. Aniden gözüm kararır gibi oluyor. Abajura çarpıyor ve onunla birlikte yere seriliyorum. Küçük bir parçası elime batmış. Lakin derin gibi görünüyor. Kanayacak gibi.
Bu en son umursayacağım şey bile değil, diyorum.Israrla çalan zil iyice sinirimi bozuyor. Kalkıp kapıyı açmaya gidiyorum. Elimin acısını umursayamayacak kadar sinirim bozuk.
Kapıyı açınca gelmesini istediğim son ikili karşıma çıkıyor: Taehyung ve fahişe sevgilisi.
Ne diyeceğimi bilemeden bakıyorum onlara. Kız arkadaşı umursamazca telefonuyla ilgilenirken Taehyung'un gözleri sımsıkı tuttuğum elime kayıyor. Tepki vermeden sadece bileğimle bakışıyor. Sanki gözleiryle iyileşebilirmiş gibi...
"Taecim, arkadaşın bizi içeri almayacaksa gidelim mi? Ben çok sıkıldım da."
Kızın sözlerinde ne kadar haklı olduğunu bilsem de yine de onları içeri davet etmek istemiyorum. Çünkü ne diyeceğimi bilemiyorum. Ona ümit vermek ya da vermemek, ne yapmalı?
"Biraz daha bekle bebeğim, uygunsuz bir zamanda geldiğimiz için böyle yapıyor olmalı. Yoksa Cho Ni çok kibar biridir."
Taehyung bunu söylerken kızın beline iyice sarılıp başına bir öpücük konduruyor. Bana beni unuttuğunu kanıtlamaya mı çalısıyor, yoksa cidden unuttu mu? Aish... Neyse ne, onları içeri davet etmeliyim. Bir şey çaktırma Cho Ni, bildiğimi bilmemeli.
"Ah, özür dilerim. Lütfen içeri geçin."
Kendimi biraz da olsa toparlayarak kapıda onların geçebileceği kadar yer açıyor ve gülümsemeye çalışıyorum.
Ağır çekimde içeri girerlerken gözlerimin önünde bir anı beliriyor. Kızlarla tuttuğumuz öğrenci evine her gün gelen Taehyung, bir keresinde kolunu omzuma atıyor ve çok mutlu olduğunu söylüyor. Bense Tae'yi "tuhafsın." diyerek itip salona geçiyorum. Bunu yapmama rağmen gülümseyen bu çocuk, sevgilim dediği birine sarılırken neden bu kadar ruhsuz, diyorum kapıyı kapatırken. Sonra misafirlerime dönüyorum. Evimi bilmedikleri için yolu göstermemi bekliyorlar. Önlerine geçip ilerlerken sonuna kadar açık bıraktığım yatak odamın kapısına lanet okuyorum. Dapdağınık. Hem öyle olmasa bile orası benim mahremim.Salona varınca az önceki olayı olmamış gibi farz edip misafirlerime odaklanıyorum. Sanırım onlara bir şeyler ikram etmeliyim.
"Ne içersiniz?"
Kız telefonu çantasına koyup bana bakıyor ve gülümsüyor. Çok tatlı olduğunu düşünüyorum.
"Zahmet etme, oldukça bitkin görünüyorsun."
Evet, çünkü öyleyim.
"Ah, öyle mi? Üşüttüm sanırım. Havalar soğuk ya."
Taehyung, sessizliğini koruyarak bizi izliyor. Derdi ne bunun?
"Ee, sizi hangi rüzgar attı buraya? Yanlış anlaşılmasın sadece meraktan soruyorum." diyorum gülümseyerek. Kız yüzündeki gülümsemesini aniden silip Taehyung' elini tutuyor ve bana gösteriyor.
"Geçmişle ilgili bazı şeyler duymuşsun. Yanlış anlaşılmaları düzeltmeye geldik. Ben Taehyung ile beraberim ve biz mutluyuz. Senin bu olayla alakan yok. Bu yüzden sakın aklından geçmişle ilgili bir hamlede bulunmak geçmesin. Özür bile dileme. Sonuçta eşşek olan sen değil seni sevendi."
Gözlerim dolmuştu ve şuan en ufak bir mimikte dahi nehir gibi boşalabilirdi bu yaşlar. Duygu karmaşası yaşıyordum. Neye üzüleceğimi bile bilmiyordum. Sadece üzgün olsam da olmasam da bomboş hissettiğim için ağlayasım vardı.
"Biz artık gidiyoruz. Üşütmeye bitki çayları iyi gelir, deneyin lütfen."
İkili geldikleri yoldan geri dönüp gitmişlerdi. Bende öylece kalmıştım. Bilmek de bilmemek de bok gibi hissettiriyor, dedim sessizce. Sonra yüzüme garip bir gülümseme yayıldı. En azından bir kere bile olsa bir insan için değerli biriydim, diyorum.
Ben farkına varamadan bitmiş olsa da bir zamanlar ben de değerliymişim. Teşekkürler...
Ve özür dilerim Taehyung.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Portakallı//KTH
FanfictionPortakallar kışın hırçın havalarına yangındırlar. Zoru seçmeyi severler. Kış ne kadar soğuksa onlar da o kadar tatlı olurlar. Soluk renkli o ayları, tupturuncu yuvarlaklar süsler. Böyle böyle kış renklenir, tatlanır. Kış, hoşlanırsa portakallardan...