Swan 18 yaşına bastığı gün, Yeni Şehrin hükümdarı olan babası tarafından büyük bir göreve çağrıldı. Swan bu görev için yola çıktığında, kaybedeceği şeyleri henüz bilmiyordu. Hükümdar babası artık yaşlanmıştı. Oğlunun 18 yaşına basmasını dört gözle beklemişti. Şehrin kanunları gereği 18 yaşına basan kral çocukları hükümdarlık koltuğuna otururdu. Bu, hükümdarlık sınavını geçmek, hükümdar olabileceğini kanıtlamak, şehrin halkı için sonsuzluk tacını giymek demekti ki, yeni ve genç hükümdarlar bu yüzden ölümsüzlüğü temsil ederdi. Aksi durumda ise kötülük, açlık, sefalet ve acılar getirirdi. Kıyafetleri giyen Swan, annesine son bir kez baktı. Yolculuk vakti gelmişti. Annesinden iyi dilekler aldıktan sonra kendisi için özel olarak hazırlanan arabaya doğru yürüdü. Şehrin bütün halkı kraliyet şatosunun önünde on binlerce yığın oluşturmuş, Swanı'ı selamlıyor, onun önünde eğiliyorlardı. Swan, ''Vakit kaybetmeden gidelim. Bir an önce şu işi bitirmek istiyorum. Halkın sevgi gösterilerini izleyecek vaktim yok.''dedi. Atlar büyük bir kudretle şahlandı. Şoför ile birlikte uzun bir yol gittiler. Tam 1 ay zaman sonunda, ölümlülüğün bittiği yol olarak bilinen ölümsüzlük geçidine vardılar. Bu noktadan sonra Swan, tek başına kalacağını biliyor, bu büyük gün için yetiştirildiğini kendine hatırlatıyordu. Arabadan ayrılıp yolun sonuna geldiğinde, devasa büyüklükteki bir geçidin önünde durdu. Anlatılan onca hikâyeye rağmen, bu noktadan sonra gerçekten ne yaşayacağını bilmiyordu. Babasının yüzüğünü geçidin oyuğuna bastırdı. Geçit elektriksel olarak ışınlar yayarak çalışmaya başladı. Swan gözden kayboldu...
Bir anda boşlukta bulmuştu kendini. Metrelerce yükseklikten aşağı düşerken... Sert zemine düşüp, bacağını yaralamıştı. Zorlukla yürüyordu. Etrafına baktı. Her yerde patlamalar oluyor, çığlıklar duyuluyordu. Anlatılanlar gibi değildi. Burası cehennemden farksız bir yerdi. ''Ölümsüz Lord'u bulmalıyım.''dedi. Kısa adımlarla, acısını duyumsamayarak yürümeye başladı. Bir kadın onu bekliyordu. Kendisini karşıladı. Karanlık çöktüğünden beri her şey değişmişti. Ölümsüz Lord başkaları tarafından öldürülmüş, bilinmeyen güçlerin elleri arasında, Ölümsüz Lord'un ele geçirilen gücü milyonlarca kat arttırılmış, gün ışığı yok edilmişti. Bu ilk kez meydana geliyordu. Bunu yapan her kim ise, Swan onu bulup yok edeceğine söz verdi. Fakat dinlenmesi gerekiyordu. Bunun yanı sıra, Ölümsüzler Ülkesi'nin de fazla zamanı olmayabilirdi. Ölümsüz Lord'un yok edilmesi, Ölümsüzler Ülkesi için felaket yaratıyordu. Hayatın devamlılığı ve döngünün sürmesi için Ölümsüz Lord'un öldürülüp, sonra tekrar dirilmesi, hayatın devamı için gerekli bir koşuldu. Fakat sonsuza kadar yok edilmişti. Bunun için Swan'ın ülkesi ile Ölümsüzler Ülkesi arasında birbirlerini tamamlayan hayatsal bir bağ vardı. Kadın Swan'a bir hediye verdi. Bunu yaptıktan sonra acı içinde inleyerek iğrenç bir yaratığa dönüştü. Swan kılıcını çekerek, şaşkınlık içinde yaratığın boğazını kesti. Bu hâlde yürümesi imkânsızdı. Fakat kadının verdiği hediyeyi fark etmesi uzun sürmedi. Uçabiliyordu. Ne büyük fedakârlık! Vakit kaybetmeden havada süzülmeye başladı. Devasa kuşlar, sis gibi çöken karanlığın üzerinde, pembe gökyüzü renklerinin cümbüşü içinde adeta dans ediyorlardı. Birden geriye doğru milyonlarca kilometre sürüklendi. Hızla yere düşmeye başladı. Bu kadar yükseklikten yere çakılması ölümüne yol açar, her şeyi bitirirdi. Birileri tarafından fark edilmiş, yolu kesilmişti. Yere çakılmak üzereyken ansızın durdu. Kapattığı gözlerini açtı. Karşısında vücutsuz, gölgeden oluşan bir varlık dikiliyordu. Gölge konuşmaya başladı.
''Buralar artık benim. Yakında tüm evrenin sahibi olacağım. Senin geleceğini biliyordum. Sahtekâr Ölümsüz Lord'u da artık geri dönemeyecek şekilde öldürdüm. Ülkenize de aynısı olacak...''
Swan cevap vermedi. Anlaşılan direkt saldırıya geçemiyordu. Yoksa bu kadar uğraşmasının bir anlamı yoktu. Yüzüğün cebinde olduğunu hatırladı. Yüzüğü kaptırırsa her şeyin sona ereceğinin farkına vardı. Kılıcını çekti. Zor durumda kaldığında hayatını kurtarması için babasının ona verdiği iksiri hatırladı. ''Henüz zamanı değil.''dedi. Gölge yok oldu. Etrafına bakınıyor, hiçbir yerde gözükmüyordu. Ansızın, jilet gibi teninin bir nefes kadar yakınından geçti. Çok hızlıydı. Gölge her yerini kesmişti.''Sanırım zamanı...'dedi. Daha önce iksiri kullanan olmamıştı. Bir dikişte içti. Milyonlarca olmuştu. Bütün Swan'lar güçlerini birleştirerek bir hava akımı oluşturmaya başladı. Karanlığın kalbi hava akımına doğru çekiliyordu. Karanlık yok olmak üzere olduğundan, gölge varlık gücünün emildiğini ve yok olacağını anladı. Birkaç dakikası kalmıştı. Kolunu uzattı. Anırarak acı çekmeye başladı. Gölgenin dumanlar saçan kolunun bir kısmı, etten ve kemikten bir yapıya dönüşüyordu. Yanındaki Swan'ların birinden kılıcını kaptığı gibi gökyüzüne doğru fırlattı. Karanlık yok olmuştu. Gölge varlık ta öyle. Swan tekrar uçuyordu. Aşağıda bıraktığı benzerlerini selamlıyor, başarısının verdiği gururla yüceliyordu. Fakat uçarken ardında bıraktığı kan selini fark ettiğinde durdu. Vücuduna baktı. Kılıcı kendi vücuduna saplanmıştı. Birkaç saniye sonra gözleri kapandı, kalbi durdu. Bütün Ölümsüzler Şehri halkı Tanrı'ya şükrediyordu. Bu tanrının işiydi. Pembe gökyüzü ve güzellik geri dönmüştü. Meydanın tam ortasına düşen Swan'ın cesedi halkın gözü önünde parçalandı.
Halk, büyük bir sevinçle doluydu. Meydanda konuşma yapılacaktı. Yüzüğü cebinden çıkardı. Duman tüten elleriyle,Swan, halkını selamladı. Hükümdar olmuştu. Babası, Ölümsüz Lord'un gerçekten öldüğünü duyduğunda ayağa kalktı. Herkesin gözü önünde, kendi ülkesinde var olan fizik kanunlarına güvenerek, Swan'ı öldürdü. Hain ilan edildi...