13. Bölüm: veda

25.9K 1.3K 221
                                    

Akşam cebimde biletle eve dönerken içimde garip bir burukluk vardı. Bu kadar erken Londra'ya dönebileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu. Bana Mardin'den İstanbul'a kalkan en erken uçak biletini ver derken yarın sabah saat onda uçabileceğimi bilmiyordum.

Bileti aldıktan sonra ruhumu anlamsız bir hüzün kaplamıştı ve soluğu ilk aşkım Zilan'ı kaybettiğim yerde almıştım. Onun kurşunlanarak öldürülme anını tekrar tekrar gözümde canlandırıp, gözyaşı dökmüştüm yıllar önce kaybettiğim sevdiğimin ardından. İşte o gün söz vermiştim kendime, törenin asla bana boyun eğdiremeyeceğine fakat şimdi Mecburiyet'im dediğim ama günden güne beni kendine mecbur eden küçük bir kadın vardı, mavi elmaslarında nefes aldığım, yeşil ovalarında hayat bulduğum...

Ona bağlanmadan kaçmalıydım buralardan. Törelerin beni mecbur bıraktığı kadına mecbur olamazdım, olmamalıydım. Zilan'ı benden alan törelere boyun eğmemeliydim. 

Derin bir nefes alıp elimdeki biletlere baktım. Oh be! Yarın sabah kurtulacaktım bu mecburiyetimden. Bir kaç gün İstanbul havası ardından da ver elini Londra. Peki neden içimde yeri doldurulamayan bir boşluk olacakmış gibi hissediyorum?

"Sen kurtulmak istediğine emin misin? Sabah pek öyle görünmüyordu da?"

Sahi neydi sabah ki o halimiz? Yıllardır gurbetten sılaya dönmüş, yolunu gözleyen yarin kollarında evimi bulmuş gibi olmuştum. Bu kızın gülüşü, yeşil yeşil bakışları, güzelliği, asiliği, çocuksu halleri, çemkirmeleri ve hatta kemerle beni kovalaması bile içimde bugüne kadar hiç hissetmediğim duygular ortaya çıkarıyordu. En son sekiz yıl önce hissetmiştim sol yanımdaki organın varlığını. Zilan'ı töreye kurban vermeden önceydi bu. Sonrasında bana koskocaman bir boşluk kalmıştı. Tekrar benzer bir boşluğun içinde boğulmayı göze alamazdım. Küçük karıma iyice kapılmadan önce gitmem en doğrusu olurdu.

"Kapılmışın işte, daha kapılacağın mı kalmış?"

"Sen karışma hain iç ses! Dost musun düşman mısın belli değil?"

Konağa döndüğümde saat bir hayli gecikmişti. Kapıdaki adamlara selam vererek konağa girdim. Ağır ağır adımlarla merdivenleri çıktım. Odamın kapısına gelince bir an duraksadım.
Acaba uyumuş mudur? Keşke uyumuş olsa, onunla göz göze gelemem şimdi.

Sabahki yakınlaşmadan sonra korkuyordum açıkcası. Boş yere ona umut vermemeliydim, ben nasıl olsa Londra'ya dönünce Angelina ile kaldığım yerden devam ederdim herhalde. Bir senedir beraberdik onunla. Bir sürü kısa süren ilişkilerimin ardından ilk kez Angelina ile bu kadar uzun soluklu bir ilişki yaşıyordum.

Angelina Londra'nın en büyük diskosunda ünlü bir dansöz olarak çalışıyordu. Biz ilişki yaşamaya başladıktan sonra benim için dansı bırakıp bir dans okulunda öğretmenlik yapmaya başladı. Sarı saçları, mavi gözleri ve her erkeği cezbedecek kadar güzel bir vücutu vardı ama o beni seçmişti. Her ne kadar Mardin' de bir ağa olsam da, Londra'da sadece Ezman'dım, Mardin'den gelmiş bir gurbetçi.

"Asmin' imiz daha güzel Ezman ağa, hakkını yeme şimdi kızın."

İç sesimin Asmin'den bahsetmesi beni kendime getirmişti ve daldığım düşüncelerden kurtulmamı sağladı. Kapı kolunu yavaşça bükerek odaya girdim. Parmaklarımın ucunda yatağa doğru ilerleyerek yatakta yatan kadının uyuyup uyumadığını kontrol ettim. Çok şükür uyuyordu. Tekrar parmaklarımın ucunda yürüyerek giysi dolabına yöneldim ve içinden sırt çantamın içine bir kaç kıyafet attım. Pasaportumu ve biletimi de çantanın ön gözüne koyduktan sonra soyunup şortlu pijamamı giyindim. Telefonumun saatini sabah altıya kurup komodinin üzerine bıraktım ve kanepeye doğru yürüyecektimki gözüm yatağımda yatan kadına takıldı. Ay ışığında o kadar güzel görünüyordu ki yüzü, gözümü ondan alamadım. Kahverengi dalgalı saçları yüzünün bir kısmını kapatmıştı. Ne olduğunu anlayamadan kendimi bir an yatağın kenarında otururken buldum. Titreyen parmaklarla saçlarına dokunurken, sadece parmaklarımın değil içimin de titrediğini farkettim. Yüzüne doğru eğilip şakağına bir öpücük bıraktım ve kulağına "Seni burada bırakıp Londra'ya gideceğim için çok özür dilerim küçük kadın ama seni sevemem, sevmemeliyim," diye fısıldadım. Saçlarından yayılan cennet kokusunu içime çekerken gözlerimi kapayıp kokunun iyice içime işlemesini istedim. Bir süre ayrılamadım saçlarının arasından. Tuhaf bir duygu karmaşası yaşıyordum. Kopamıyordum onun beni sarıp sarmalayan kokusundan.

"Nasılsa bu son geceniz birazcık yanına uzansan bir şey olmaz," diyen iç sesimin aklımı çelmesine müsaade ederek yanına uzandım ve arkadan sarılarak yüzümü saçlarının arasına gömdüm. Yarım saat sonra kalkar giderim kanepeye diye düşünüyordum fakat kısa bir süre sonra saçlarından yayılan kokunun beni sarhoş etmesiyle göz kapaklarımın ağırlaşıp düştüğünü hissettim.

                                        ***

Sabah çeneme, burnuma kondurulan öpücüklere uyku mahmurluğuyla karşılık vermeye hazırlanıyordumki "Beyanî baş mere mın (günaydın kocacım)," diyen karımın sesiyle gözlerimin faldaşı gibi açılması bir oldu.

"Senin ne işin var kanepede?"

"Kanepe mi? Yalnız burası yatağımız ağam, dikkatinizi çekerim?"

Yattığım yerden etrafıma göz gezdirip onun haklı olduğu kanaatine varınca sarılmamı gevşetip yatakta oturur vaziyete geçtim.

"Hay Allah burada uyuya kalmışım kusura bakma."

"Ne kusuru ağam, siz benim kocamsınız."

"İyi ki bir öptük karıyı hemen kocası yaptı beni," diye düşünsemde gözümün içine sokar gibi sürekli bana kocam demesini duymazdan gelerek saatin kaç olduğunu sordum.

"Saat dokuz."

"NE! Dokuz mu? Ya ben telefonumu saat altıya kurmuştum ama."

"Evet çaldı ama ben sizi uyandırmaya kıyamadım ağam, o kadar huzurlu uyuyordunuz ki..."

Gerçektende bugüne kadar uyuduğum en huzurlu uyku olmuştu, fakat şimdi bunları düşünmek için vaktim yoktu. Biraz daha oyalanırsam kesin kez uçağı kaçıracaktım. Yataktan fırladığım gibi banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra giyinip çıktım. Dün gece hazırladığım sırt çantamı sırtıma atıp odadan çıkıyordumki karımın sesi beni durdurdu.

"Nereye gidiyorsun bu telaşla ağam?"

Bir an düşündüm, söylemeli miydim söylememeli miydim? Biraz daha düşündükten sonra sırtım dönük bir halde "Londra'ya" dedim. Ardından iyice pekiştirircesine tekrarladım.

"Londra'ya dönüyorum."

Dönüp onun yüzüne bakmaya cesaret edemedim. Gözlerine bir kere baksam belki vazgeçebilirdim. O da susuyordu fakat bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Bir süre bir şey demesini bekledikten sonra ondan bir tepki alamayacağımı düşünerek tam odadan çıkacaktım ki arkamdan "Gitme Ezman," demesiyle duraksadım.

                           -Bölüm sonu-

İstikamet Londra (Töre Mecburiyetim kitabı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin