dün, sonbahar gecesinin bir karanlığında ikimizde bankta uyuyakalmıştık. beni öptükten sonra ne olduğunu anlamaya çalışmadım.
çünkü bazı güzel şeylerin nedenini sormamak veya düşünmemek gerekirdi. eğer sorarsam ve nedenini öğrenirsen, kırılırdım diye korkuyordum.
öptüğüne şaşırdım ama buna sevinmiştim. sonuçta sevdiğim çocuk beni öpmüştü, kim olursa sevinirdi.
şu anda ise saat sabah 6, eve geldim ve okula hazırlanıyorum. onunla bankta uyandığımda ikimizde kendi evimize kaykay ile geri dönmüştük.
şans o ki, annem burda değildi. yoksa beni gece boyu evde olmayıp sabahın 6'sında geldiğim için bir hafta boyunca evden dışarıya çıkmaya izin vermez, harçlığımı kesmekle cezalandırırdı.
ama tabii ki de annem tarafından telefonuma 24 cevapsız çağırı, 38 mesaj gelmişti. telefonumu kapattığım için görmemiştim.
ve az önce annemi arayıp iyi olduğumu, gece korkmadığımı söyledim. yalan tabii.
üzerime mini kot etek ve beyaz kazak giyip çantamı hazırladım. kahvaltıyı es geçerek, direkt siyah kabanımı giyip, siyah botlarımı da giyinerek evden çıktım.
bugün hava ayrı bir soğuktu, yağmur yağıyordu. beni bir çok insanlardan ayıran bir özelliğim ise yağmuru sevmemdi. yağan yağmur damlalarını izlemeyi çok seviyordum. ama fön çektiğim saçımın dağılmaması için taksi ile gitmek zorundaydım.
okula geldiğimde havadan dolayı kimse dışarıda yoktu. herkes içeri geçmişti. ben de saatın 8:45 olduğunu gördüğüm an içeriye geçerek sınıfa girdim.
sınıfa girdiğimde tanımadığım bir erkek vardı. yılın ortasında hangi müdür okula yeni birisini alırdı ki? tabii burası üniversite. seçimlerden dolayı yılın ortasında da öğrenci alınabiliyor. hatta o olmasa bile, zengin birini hemen götürebiliyorlar.
çocuğa uzun süre bakmadan yerime geçtim. tam arkamda oturan rosé'ye "bu kim?" diye sordum. cevap vermeden omzunu salladı "bilmiyorum." der gibi.
hoca içeri girdiğinde selam verip "yeni biri mi var?" diye sordu herkese ve kendi yerine geçti.
"kendini tanıtır mısın çocuğum?"üçüncü sırada oturan sarı saçlı çocuk ayağa kalktı. "ummm.. ben bambam. tayland'den geliyorum."
hoca ise kocaman gülümsemesi ile hoşgeldin gibi tanışma faslını yaptı ve bittikten sonra derse geçtik.
bambam. tayland'dan gelmiş. demek aynı ülkedeniz.
edebiyat dersimiz bittiğinde kütüphaneye indim. diğer dersin -ingilizce- başlamasına daha yarım saat vardı ve ben boş vaktimi kütüphanedeki muziceli kitaplarla geçirmeyi çok severdim. kızlar kafeteryada kahve içerek sıcak söhbet yaparken bile kitaplar benim için her şeyde ilk önce gelirdi.
kahverengi ve kitaplarla dolu rafların arasında dolaşırken dikkatimi çeken ilk kitapı elime aldım.
"Sabahattin Ali sever misin?" arkadan gelen titiz ses ile ürktüm. yanıma gelip elini rafa yasladı ve bana bakmaya başladı. kısa bir süre ona baksam da kendime gelip kitaba döndüm. "ah, evet. kürk mandolu madonna. en sevdiğim eserlerinden."
bakışlarını elimde tuttuğum kitaba çevirdi. "bu kitabın koreceye çevrilmesi çok iyi oldu. bir çok genç okumalı ve ne kadar güzel olduğunu anlamalı bence. türk yazarları çok seviyorum, düşüncelerini kitaba çok iyi bir şekilde aktarıyorlar. bu gerçekten çok güzel bir şey."
"aynen, bence de." gülümseyerek cevap verdim bambam'e.
"bu arada taylandlılara çok benziyorsun," dedi lip balmı parlayan çocuk. "söyleyeyim dedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
toi et moi ❦ taelice [düzenleniyor]
Fanfic❝Beni hiç sevmedin mi, Taehyung?❞ [ Kim Taehyung x Lalisa Manoban ] toi et moi, fransızca 'sen ve ben' demek.