Rüyamın üstünden iki gün geçti ve ben hiçbir gelişme gösteremedim. Bugünse Ai yavaştan ısınma turlarına başlayacak, belki yorulduğu zaman kendisini sevgilisinin kollarına bırakıverir!
-Aİ-
Son bir iki gündür Gin'de bir gariplik var, sürekli uzaklara bakıp dalıyor ve bir şeyler düşünüyor. Sorduğumdaysa gülerek geçiştiriyor ve sonra yüzüme bakıp derin ahlar çekerek yeniden düşüncelerine dönüyor. Bakışlarındaki isteği farketmemek elde değil ama neden birden oldu anlamadım. Ama ondan önce zihnimi toplamam lazım, çünkü rakibim çok güçlü ve en ufak bir dikkatsizlikte kolumu kırar, gerçekten yapar çünkü dikkatsizlik en nefret ettiği şeylerden biridir ve ağır şekilde cezalandırır. Ama bugün daha önce hiç sahip olmadığım bir gücüm var: Gin! Isınma eğitimlerimizi o da izlemek istedi ve Naoki hemen kabul etti, asıl sorun Jonathan'nın nasıl kabul edeceği. Kendisi zaten benden yeterince nefret ederken bir de benim getirdiğim birinin maçlarımızı izlemesi resmen benim:"Gel beni sik." deme yolum.
-Bu adam kim Ai? Sanki biraz Michael ve Katie'ye benziyor...
-Doğal olarak, babaları sonuçta.
-Babaları mı?! Ailecek Naoki'ye mi bağlı bunlar?
-Anneleri değil, o kardeşlerden birinin emrinde.
-O zaman düşman gibi bir şey olmazlar mı? Bu arada, dudaklarını oynatmadan nasıl konuşabiliyorsun?
-Eğitimini aldım, ayrıca Jonathan şu anda dudaklarını okuyor, farkına varmış gibi görünmüyorsun da. O kadından daha fazla bahsetme bence, kazara diyerek dişlerini dökebilir, tabi ben izin verirsem...
-Haa, tamam, o zaman susuyorum ben.
Biz konuşurken Naoki ve Jonathan küçük çaplı bir tartışma yaşıyorlardı ama dediğim gibi Gin'in dudaklarını okuduğundan eminim. Arada bir hızlıca(neredeyse farkedilemeyecek kadar hızlı) bakışları Gin ve benim üstümde gidip geliyordu. İşte, anlaşılan tartışmayı Naoki kazandı ve Gin kalıyor.
-Evet Ai, Gin de kaldığına göre artık yeteneklerini görsek mi?
-Hocam da hazırsa...
-Senin olduğundan daha hazır olduğum kesin, bücür. Vurulacak kadar aptal olduğuna ve arkadaş edinecek kadar oyalandığına göre işim çok kolay olacak.
-Ağzından başka yerlerin de çalışsın, sübyancı moruk.
Sübyancı her zaman onu kızdırmada işe yarar, oğluna çok takıntılı diye ona böyle diyorum. Ben bücür ve aptalsam o da sübyancı ve moruk! Sakinim.
İkimiz de sahanın ortasına doğru ilerledik ve birbirimize selam verdikten sonra pozisyonlarımızı aldık. Çember çizecek şekilde karşılıklı dönerken dışarıdan garip göründüğümüzü biliyorum ama aslında zayıf bir nokta arıyorduk. Tabi karşımdaki Jonathan olunca bu kafamıza şu an göktaşı düşmesi kadar küçük bir ihtimal. Ben de öğrencisi olduğum için benden de daha azı beklenemezdi tabi. Sürekli yaralı tarafıma saldırmak için fırsat kolladığını bildiğim için küçük bir yem attım, duruşumu öne fazla eğilerek bozdum. Normalde böyle ufak numaralara hayatta kanmaz ama yaralı olmanın da bazı yararları vardır.
Jonathan'nın sessiz ayaklarının sesleri zihinsel dövüşün bittiğinin habercisiydi, artık fiziksel dövüşe geçebiliriz... Gelişinden anladığım kadarıyla neredeyse iki büklüm olmuş sırtıma tekmeyi indirip beni hem yenip hem de aşağılayarak rezil etmek istiyor. Daha önce de dediğim gibi, ben bunu yer miyim? Yemem.
Tam vuracağı sırada bacağını tuttum. Hareketime karşılık benim tutuşumu kullanarak havada döndü ve diğer ayağını kafama doğru savurdu, son anda onu bırakıp geri çekildim ve dönüşünün bozulmasını sağladım, geriye doğru ellerimin üstünde takla atarken ayaklarım tekme savuruyordu, hemen geri çekildi. Tekrar başladığımız yere dönmüştük, ama bu sefer bir nefes almak kadar kısa sürede tekrar birbirimize atıldık.
Soldan yumruk vuracakmış gibi yapıp dizimi karnına geçirmeye çalıştım ama dizimin önüne koyduğu eliyle beni geri itti ve boynumu hedef alan sağ dirseğiyle bana vurmaya çalıştı, sol kolumla dirseğini ittirdim ve avuç içimle çenesine bir darbe indirdim. Çok güçlü değildi ama ilk darbeyi vurmuş olmamın onun sinirlerini zıplattığına eminim. Bunu kanıtlarcasına bağırarak tekrar geldi, saldırıları şimdi daha güçlüydü.
Kenardaki sopalardan birini alıp hızlı bir şekilde savurmaya başladı, bir kısmını savuşturabilsem bile en az yarısı kollarıma ve bacaklarıma denk geliyordu, acıttığını itiraf etmeliyim. Bacaklarının arasından kaydım ve sopadan kaçarak silahların yerine gittim, ben de sopa aldım. Kaldırdığı sopanın rüzgarını ensemde hissedince hemen geriye döndüm ve karşı saldırıya geçtim. Benden yüksek seviyede duruyor olabilirdi ama bu vücudunun alt kısmını savunmasız bırakıyordu. Oraya yapılan bir saldırı üst tarafa yapılan bir saldırıdan daha tehlikeli olabileceği için saldırıdan vazgeçip savunmaya geçti. Boşluğundan faydalanıp kaçtım ve geniş kısma geldim, aynı anda Jonathan'ın iki parmağını şah damarımın üstünde hissettim, maç bitmişti. Ama berabere, çünkü tek aldığım silah sopa değildi, bıçaklardan biri vücudunun hemen üstündeydi. İstersem kalbine saplayıp, istersem akciğerlerini yırtıp, istersem de iç organlarını parçalayıp onu öldürebilirdim.
-Kendini biraz geliştirmişsin, sadece biraz bücür.
-Teşekkürler, hocam. Sizin de daha yaşlı ve pörsümüş olmadığınızı görmek güzel.
Naoki gülümseyerek yanımıza geldi ve ellerini ikimizin omzuna koydu:
-Kısaydı ama Ai'nin yarasına rağmen tam formunda olduğunu görmemize yetti.
-Biz de öyle düşünüyoruz. Hoşgeldin Ai.
İşte ünlü üç kardeşler, Naoki'nin üç oğlu...
-GİN-
Ai'nin iyi dövüştüğünü biliyordum ama bu kadar iyi olabileceğini bilmezdim. Aramızdaki fark şu ki, ben şimdiye kadar Jonathan'ın yaptığı her hamlede yere yapışmıştım. Ai'yse onunla başa baş dövüşmüştü ve en sonunda nereden çıktığını anlamadığım bir bıçakla maçı berabere bitirmişti.
Ayrıca şu üçlü kim böyle? Onları görümce herkesin suratı gölgelendi, yoksa bunlar Naoki'nin oğulları mı?
Yeni bölüm bu kadar geciktiği için özür diliyorum. Gelecek bölüm üç kardeşi göreceksiniz ^^ Yorum ve votelemeyi unutmayınız ;D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkın En Koyu Tonu
RomanceBu işe başlarken planım böyle değildi. Bu kadar ağır ve kötü derecede aşık olabileceğimi bile bilmiyordum!