Henüz üniversite birinci sınıftaydım. Üniversite okumak için İstanbul'a gelmiştim. İstanbul'a hep bir ilgim vardı zaten. Özellikle İstanbul'a ve hayvanlara. Harçlığımdan biriktirdiğim para ile İstanbul pulları satın alırdım. Hep İstanbul'a gittiğimi ve orada olduğumu hayal ederdim. Hayallerin gerçek olmuştu artık, dinmişti hasret. Üniversite için evimi yazdan tutmuştum. Tabii ki her yeri gezip tozmuştum neredeyse. Ama en çok hoşuma giden Fatih Camisiydi. İstanbul'a olan sevgim kadar büyük sevgim de hayvanlaraydı. İşte Fatih Camisini de bu yüzden severdim. Caminin bahçesi pek çok hayvana ev sahipliği yapıyordu. Hele en çok hoşuma giden, saray kadar özenilen aşıyanlar (kuşevleri) beni benden alıyordu. Bunlar Osmanlı'nın güzelliklerindendi. Osmanlı milleti onlardan üstün olmalarına rağmen, onlara saygı duyuyordu. Aşıyanlardan gelen kuş sesleri adeta büyülüyordu. Müthiş bir ahenk içinde ötüyorlardı. Bu ses beni öyle rahatlatmıştı, öyle huzur vermişti ki her gün her dertlendiğimde buraya gelir olmuştum. Yine dertlendiğim bir gündü. Hava buz kesiyor, soğuk rüzgarların estiği bir aralık akşamıydı. Soğuğa aldırış etmeden yürüdüm. Ta ki soğuktan donmak üzere olan kediyi görene kadar. Beyaz ve gri tüyleri harikaydı. Üşüdüğü her halinden belliydi. Soğuktan tüyleri diken diken olmuştu. Yanına yanaştım, beni görünce korktu ama kıpırdayacak hali kalmamıştı. Elime aldım. Bir anda soğuk bedenini kollarıma bırakıverdi.
Birbirimize çok bağlanmıştık. Gece gündüz yanındaydı. Her derdimi ona anlatıyordum. Hayvan olmasına rağmen o beni anlıyordu ya da ben öyle zannediyordum. Sevgimiz git gide katlanıyordu. O benim için bir hayvan olmaktan çıkmıştı artık. Yanımda çok özgür hissettiğim için adını Özgür koydum. Aradan bu şekilde geçen üç yıl geçti. Bu kedinin hala sahibi ortada yoktu ama sanırım artık sahibi bendim.
Bir gün telefonum çaldı. "Siz Ferman Bey olmalısınız. Ben elinizdeki kedinin sahibiyim." dedi. Bu mesele için bir gün buluştuk. Etrafa baktım gelen giden yoktu. Olsa zaten kedisinden tanırdı. Pek fazla bekletmeden geldi. Zengin olduğu arabasından belliydi. İlk önce Özgürün çok değerli olduğundan bahsetti. Milyon dolarlar ediyormuş(!) Peki ya benim gönlümde... Ayrılmadan önce (benim kediyi vermeyeceğimi anlamış olmalı.) bu kediyi tekrar olmak için milyon liralar verebileceğini söyledi. Ancak ben Özgürü veremezdim.
Pek çok zenginin Özgürün bende olduğundan haberi olmuştu. Peşimde pervane oluyorlardı. Onun için varlarını yoklarını vereceklerini söylüyorlardı. Asla vermeyecektim Özgürü, asla! Para koklatarak onu alabileceklerini sanıyorlardı. Ama hepsi boşa kürek çekiyordu.
Artık onu almak isteyenlerden birini seçmem gerekiyordu. Ama ben daraldım, yoruldum, sıkıldım, bunaldım. En son bundan kurtulmanın tek çaresi ölüm dedim. Bu düşünce zihnime çizildi, ruhuma kazındı.
Dün doktordan: "kanser" olduğumu öğrendim. Dünyam başıma yıkılmıştı. Böyle hastalıklarda bir dost çok işe yararmış ama o da ellerimden kum tanesi gibi kayıp gidiyordu.
Artık hayat benim için çekilmez bir ızdıraptı.Bir karar vermenin son günüydü.
Artık kendim için doğru olanı bile düşünemiyordum. Tek çare ikimizin de ölmesiydi.