Sesindeki titreme kalbimin titremesine sebep olmuştu. Her şeyi boş versem, töreyi, berdeli, ilk aşkımın ardından ettiğim yemini, sadece kalbimin titreyen sesine kulak versem, dönsem, onun yeşilli elmaslarının kalbime dokunmasına izin versem... Hayır, hayır yapamam bunu, tekrar birini sevmeyi göze alamam. Törelerin hükmettiği bu topraklarda sevda yaşamak bana haram. Gitmeliyim.Gidişimi ya da daha doğrusu kaçışımı devam ettirecektim ki tekrar seslendi. Bu sefer sesi ağlamaklı çıkmıştı.
"Gitme ağam."
"Asmin... beni affet," dediğimde onun hıçkırıklara boğulan sesini duymamak için koşar adım uzaklaştım oradan. "Telaşlı telaşlı nereye gidersin oğul?" diyen anamı da ardımda bırakarak kendimi konaktan dışarıya attım ve arabama bindim. Yol boyunca Asmin'in sesi kulaklarımda çınlıyordu. Ardımdam 'gitme Ezman' diye seslendiği andan itibaren kalbime oturan sızı ben uzaklaştıkça çoğalıyor nefesimin ağırlaşmasına sebep oluyordu. "Ah Asmin ah, ne vardı seninle başka bir yerde karşılaşmış olsaydık, törenin esareti altında olmadan senin esaretine teslim olabilseydim..."
"Ohoo... bakıyorumda bülbül gibi şakımaya başladın Ezman ağa."
Hakikaten neler diyordum ben ya. Kimsenin esareti mesareti altına girmeye niyetim yok benim, ne törelerin ne de Asmin'in. Kurtuluyordum işte sonunda, Angelina'nın güvenli kollarına kendimi atmama az kalmıştı. Angelina demişken, ben ona geleceğimi haber vermeye unutmuştum.
Havaalanına ulaşır ulaşmaz, fazla vakit kaybetmemek için pasaport kontrol noktasına doğru yürümeye başladım. Bu süre sarfında da Angelina'ya mesaj attım: "Hello dear, I'll be back in a few days. (Merhaba canım, birkaç gün sonra döneceğim.)
Pasaport kontroluna ulaştığımda gümrük memurunun talebi üzere biletimi ve pasaportumu çantamdan çıkartmak için sırt çantamı önüme aldım, fakat dün gece koyduğum yerde bulamadım. "Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum, çantanın ön gözüne değilde içine mi attım," diye düşünerek çantama attığım kıyafetlerin arasını panikle karıştırmaya başladım. Diğer yolcuları bekletmemek adına sıradan çıkıp bir köşede çantamın tamamını boşaltıp tekrar baktım. Yok, hiçbir yerde yoktu. Pasaportumla biletim hiç bir yerde yoktu. Uçağın kalkmak üzere olduğunu anons ettiklerinde öfkeyle bulduğum en yakın duvarı bir kaç defa yumrukladım. Kuyruğunu paçasının arasına kıstıran köpekler gibi ayağımı sürte sürte dönmek zorundaydım konağa.
Arabamla eve dönerken yol boyunca kendi kendimi telkin ediyordum.
"Bak Ezman pasaportunu alır almaz tekrar havaalanına dönüp İstanbul'a ilk bulduğun uçakla gidiyorsun buralardan," diye konuşuyordum kendi kendime. Acaba kimi ikna etmeye çalışıyordum? Kendimi mi yoksa kalbimi mi?
"Oğlum Ezman, bir daha ayrılabilecek misin Mecburiyet'inden?" diye alay eden iç sesim adeta kanayan yaramın üstüne parmak basmıştı. Aslında ben de en çok bundan korkuyordum. Bir daha ardımdan "gitme" diye seslenirse ne yapacaktım? Onu yine ardımda bırakıp gidebilecek miydim?
Konağa döndüğümde koşarak merdivenleri çıkarken "Ezman oğlum yavaş, sabah sabah ne bu acelen, koşarak evden çıkıyorsun koşarak geri dönüyorsun," diyen anama yine aldırış etmeden doğru odama çıktım. Kapının eşiğinden adımı içeri atar atmaz "Mêrê mın döndün!" diye boynuma atılan karımın sarılmasına elimde olmadan karşılık verdim. Yüzümü saçlarının arasına gömüp dağ çiçeklerinin kokusunun içime işlemesine müsaade ettim gözlerimi kapayarak. "Asmin... Dağ çiçeğim."
İçimden geçirdiğime şaşırarak yumduğum gözlerimi araladığımda, tekrar terketmek istediğim gerçeğime geri döndüm. Sarıldığım kadın benim berdel yoluyla evlenmek zorunda olduğum kadındı ve şu anki sarılmamızı dışardan biri görse sanki iki saat önce değilde iki yıl önce ayrılıp kavuşan aşıklar zannederdi.
Sarılmamı gevşetip ondan bir adım uzaklaştığımda o hala kollarını boynuma dolamış bana yeşil yeşil bakıyordu. Bakışlarının büyüsüne kapılmadan edemedim ve bakışlarına karşılık vermeye başladım. Kalbim yine dikbaşlılık ederek hızlanmaya başlıyordu. Onun kalbinin hızlandığını da kesik kesik aldığı nefeslerden anlıyordum. Kısık bir sesle "Beni bırakamayacağını biliyordum," dediğinde benim gözlerim çoktan onun dolgun dudaklarına kaymıştı. Gül yapraklarının kadife dokunuşlarını arzularken "Pasaportumu evde unutmuşum," diye mırıldandığımda yüzüm istemsizce onun yüzüne doğru yaklaşıyordu ki arka cebinden çıkartıp havada tuttuğu bordo kitapçığı görmemle gözlerimin faldaşı gibi açılması bir oldu. Ne yani? Beni oyuna mı getirmişti?
"Seeen... Seni küçük şeytan! Sen aldın pasaportumu değil mi?" diye atıldım.
Karımın sırıtan yüz ifadesini gördüğümde "Çabuk ver onu bana!" diyerek elindeki pasaporta atıldığımda "Hayır vermiyorum!" deyip kaçmaya başlayan karımı kovalamaya başlamıştım ve böylece günlük kovalamaca adetimizi bugün de yerine getirir olmuştuk.
Odada birkaç tur döndükten sonra onu yakalayacağım derken dengemizi kaybedip yatağın üzerine düştük. Nefes nefese kalan kadının nefeslerine kendi nefesim de karışırken ikimizde bakakaldık birbirimizin titreyen harelerine. Ben yeşil ormanlarda bir gezintiye çıkıyordum o ise gri dağların buzlarını bir bir eritiyordu.
-Bölüm sonu-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstikamet Londra (Töre Mecburiyetim kitabı)
PoesiaBu kitapla bambaşka bir töre hikayesi okuyacaksınız. Bol kahkahalı kimi zaman gözyaşları içinde kimi zaman da öfkeleneceksiniz. Ama bir karakter var ki o sizden biri. Onu seveceğinize emimim. Ezman okumak için gittiği ve orada kalıp çalışmaya başl...