Kısacık oldu sanki. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar~
Haziran'ın on ikisinden sonra yüreğimi sıcacık mutluluk sarar ve tüm yaz boyunca devam ederdi. O bambaşka bir şeydi. Ve onun beraberinde getirdiği hisler de öyle. Benden dört ya da beş santim uzun bir boyu ve kaküllerin asla uzatmadığı siyah saçları var. O Seoul'de ben ise Daegu'nun taşra bir semtinde yaşadığım için sadece hazirandan eylüle kadar olan o kısacık zaman dilimin beraber olabiliyoruz.
Anneannesi ile aynı semtte yaşadığım için o sürekli buraya gelir. Tam olarak dokuz yaşımdayken onunla arkadaş olmuştum ve o günden bu yana arkadaştık. O benden bir yaş büyüktü, bu yıl üniversitenin ilk yılını tamamlamıştı. Ben de liseyi bitirip onun üniversitesi için sınava girdim. Bu yıl gerçekten çok çalışmıştım ve o üniversiteye girebileceğimden çok emindim.
Emin olmayı biraz geçersem, gerçekten oraya gitmeyi çok istiyordum. Lalisa doktor olacaktı ve ben de hemşire olmak istiyordum. Hemşire olursam belki onunla birlikte çalışır, nereye giderse ben de onunla giderdim. Bunun arkadaşça bir duygu olup olmadığını bilmiyordum. Bilmek ister misin diye sorarsanız da, umrumda bile değil. Hem bu arkadaşlıktan daha özel nir duygu olsa bile Lalisa'nın bu hayatta kendi cinsiyetinden hoşlanmayacak tek kişi olduğuna inanıyordum.
"Jen!" diye heyecanla bağırarak kollarını belime sarıp beni kendine çektiğinde afallamış ve neredeyse sarılmayı unutmuştum. "Seni çok çok çok özledim." Ses tonu o kadar güzeldi ki, sonsuza kadar onu dinleyebilirdim. İnanın bana, geçmişteki bütün sevgilileriyle yaptıklarından bahsetse bile dinlerdim ben onu.
"Ben de..." Elimi yavaşça omzuna sardım ve yüzümü eğerek kokusunu duymak için burnumu köprücük kemiğine sürttüm. "Seni özledim, Lisa." Kalbim olağan gücüyle atmaya başladı. Sanki kafesin içinde kalmış da çırpınan bir kuştu ve kafesten çıkıp serbest kalmak istiyordu.
"Oh." Gözlerim kapatarak ona sarılmaya devam ettiğimde bedenini uzaklaştırmış ve elini benimkilere kenetleyip heyecanla çekiştirmeye başlamıştı. Müstakil evimin küçük merdivenlerinden neredeyse atlayarak inip bahçe kapısından çıkmış ve sokakta deli gibi koşuşturmaya başlamıştık.
Nereye gideceğimizi biliyordum.
"Lisa... biraz yavaş olsan." dedim elimi karnımın üzerine koyarken. Bunu yaptığım için hızlıca durmuş ve endişe ile bana dönmüştü. "Jen, iyi misin? Ben üzgünüm." dediğinde gülümseyerek kafamı sağa sola salladım. Vücuduma aynı sıcaklık yayılmaya başlamıştı.
Sanki yaptığı her güzel şeyde vücuduma yerleşiyor gibiydi. Ve o bu kadar güzel olursa durmam fazla zor olacaktı.
"Yine oraya gidiyoruz değil mi?" diye sordum fısıldar gibi. Gülümsedi ve kafasını aşağı yukarı salladı. Annesinin küllerini döktükleri tarla son on yıldır bir ayçiçeği tarlasıydı ve Lalisa dünyada gördüğü en güzel şeyin ayçiçeği olduğunu her defasında dile getiriyordu. "O zaman biraz daha yavaş olalım. Biliyorsun, evime çok yakın."
Yavaşça kafasını aşağı yukarı salladı ve ellerini yeniden benimkine sarıp yürümeye başladı. Onu takip ettim. Yaklaşık altı dakika boyunca sessizce yürüdük. Ağzım kulaklarımda uçuşan saçlarını izliyordum ve bu ayçiçeği tarlasının önünde durduğumuzda sona erdi. Bana dönmeden hemen önce bakışlarımı tarlaya çevirdim.
Bana kısa bir bakış attıktan sonra ikimizi de karşıdaki banka yönlendirdi. Tarlanın sahibi her yaz buraya gelip ayakta ayçiçeklerini seyreden bize böyle bir jest yapmıştı. "Jen. Umarım iyi iş çıkarmışsındır." Yandan bir gülümsemeyle bana baktı. "Senin sunbae'n olmak istiyorum." Omuz silktim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sunflower
Fanfiction"Jen." diye fısıldadı yeniden ve yanağıma küçücük bir öpücük bıraktı. "Sevdiğim kız." Yanıyordum. Tam anlamıyla cayır cayır yanıyordum. "İlk aşkım." Fısıltısıyla beraber diğer yanağıma uzandı ve ona da öpücük bıraktı. "Ayçiçeğim." Gözlerini gözlerim...