1001 Gece

25 3 0
                                    

Işıl ışıldı her yer bu gece. Tüm bulutlar gökyüzüne dağılmıştı. Ay bile küçük prensi desteklediğini belli etmek istercesine parlıyordu. Yıldızlar en güzel resmi sunarken ihtişamlı binanın önünde sarı saçlı, yakışıklı bir prens boy gösteriyordu. Tedirginliği ısırdığı dudağından belliydi. Beyaz takımının üzerindeki işlemelerle oynuyordu dalgın ve güzelliğinden habersizce. Kızları bile kıskandıracak güzellikteydi prens. Fakat... Fakat bu gece çok farklıydı. Sarayın ihtişamlı avizeleri onun parlaklığının önüne geçmemeliydi bu gece. Tüm kalbi bu gece için yanıp tutuşurken tüm misafirlerin geldiğini ve içeri geçmesi gerektiğini belirten trompet sesi etrafa yayıldı. Tüm salon sessizliğe bürünürken prens terleyen ellerini beyaz  ve oldukça pahalı pantolonuna silerek merdivenlerden çıkıp içeriye girdi. Gözler üzerindeydi. Fakat prens buna alışıktı. Öyle değil mi ? Yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirip başını dikleştirdi. Başını eyip bir kaç saniye yere bakarak abartısız bir şekilde herkesi selamladı. Salonun ortasında, heykellerden oluşan kolonların tam karşısında duran ailesine doğru mağrur bir şekilde yürürken ona hayran kalmamak için en az onun kadar yakışıklı ve güzel olmak zorundaydınız. Babasını gayet resmi bir şekilde selamlayıp annesinin incecik elini nazikçe öptü. Kraliyet ailesi için en önemli yaşa gelmişti prens Jimin. Yirmi dördüncü yaş gününden önceki yaş günü ailenin gelecek sene veliahtlığı kabul edecek küçük oğlu için bir gece düzenlenirdi. Gece genç prensin istediği gibi organize edilirdi. Prens Jimin, bir evi ve ailesi olmayan insanlar ve kasabanın tüm halkı ile birlikte geçirmek istemişti bu özel günü. Tüm krallıklar bunu taktir etmiş, tüm destekleri ile beraber orada olmaktan mutluluk duyacaklarını belirtmişlerdi. Geceye katılan tüm krallıklardan misafirler öncelikle kralı selamlamış, onu bu gün ve akıllı oğlu için tebrik etmişlerdi. Kral gururunu saklayamadan hepsine minnettarlık duyduğunu belirtmişti. Ancak en büyük minnettarlığı biricik oğlu prens Jimine duyuyordu. Kral, özel olarak hazırlattığı tacı oğluna taktim ettikten sonra gençleri dans salonuna davet ederek eylencelerine orada devam etmeyi teklif etmişti. Prens Jimin hepsini tanımasa bile bir çoğunu tanıyordu. Genç çiftler yalnız bırakıldıkları için prens Jimine ve krala minnettardılar. Birkaç kişi prensi dansa davet etmiş, fakat hayır cevabını almıştı. Bunun üzerine okul arkadaşları onu dans etmesi için zorla piste götürmüşlerdi. Herkes prensin efsanevi dansını ve güzelliğini görebilmek için pisti terk ederken Jimin tam ortaya geldi. Gülerken kaybolan gözlerini kapatıp kalabalığı aklından silmeye çalıştı. Duyduğu hafif melodiyle yüzünü küçük bir tebessüm kapladı. Adımlarını dikkatlice atarken bedenini  de ona uygun döndürüyordu. Sakinleşmek için derin nefesler alıp veriyordu. Bu sırada her şeyi unutarak kendini dansa ve müziğe kaptırmıştı bile. Sonda sağ bacağını solunun biraz önüne aldı. Sağ kolunun iç kısmı görünecek şekilde sol kolunun üzerine getirip doksan derece eğildi. Son notadan sonra alkış sesleri salonu yıkacak şekilde yükseldi. Prens yavaş yavaş gözlerine kadar ulaşan gülümsemesi ile gözlerini açtı. Tam o anda, günün heyecanından ya da gözlerine dikilmiş büyük ve parlak gözlerin güzelliğinden kalbinin yerinden çıkacağını zannetti. Eli bağımsızca kalbine gitti. Dolgun ve kırmızı dudakları aralandı ve sakin bir nefes salıverdi. Karşısındaki adam, çok nefes kesiciydi. Siyah, büyük ve parlak gözleri, yapılı bedeni ve uzun boyuyla çapkın ve yarımağız bir gülümsemeyle prens Jimini süzüyordu. Arsız ve bir o kadar da küstah diye düşündü prens. Adam adımlarını ona taraf yönlendirirken prens aklına nereden geldiğini bilmediği bir fikirle hızlıca yürümeye başladı. Arkasından gelen adamı hissetmek için arkasına bakmasına gerek yoktu. Kendini elleriyle tek-tek ektiği çiçeklerden oluşan bahçesine attı sonunda. Ancak o gözleri aklından çıkarmak için ölmesi gerekirdi. "Öyleyse öldürün beni" dedi kendi kendine. Fakat boynunu yalayıp geçen nefes ona yalnız olmadığını haykırdı. Sarı saçlarını küçük elleriyle geriye atarak gururla arkasını döndü. Tek kaşını kaldırarak arkasındaki adama baktı. "Benden neden kaçtınız küçük prens ?" Prens Jimin, adamın küstahlığına sinilenerek ciddi bir ifadeye büründü. "Tabi ki hayır bayım. Ne münasebet ? Fakat sizin bu küstahlığınızdan konuşmamız gerektiği hakkında da düşünmedim değil." Jiminin ciddi sözlerine karşılık güzel bir kahkaha salıverdi adam. Daha sonra ciddileşerek prensi kendi koca bedeniyle duvarın arasına sıkıştırdı. Ferah ve tehlikeli bir koku Jiminin ciğerlerini öylesine dağladı ki, Jimin şimdi en geç unutulan şeyin koku olduğunu bilmese bile gelecekte bilecekti. Bunu ona karşısındaki güzel adam öğretecekti. Nefesinin Jiminin nefesine karışmasına izin verdi adam. "Evren ilk yaratıldığında her şeyin kararı verilmişti. Sadece seni sevmeme izin ver küçük prens." Jiminin şaşkınlıkla ayrılan dudakları tam yanındayken öpmek istedi adam. Yapmadı. Küçük prensi serbest bıraktı onun yerine. Çıkıp giden sarı bir kanarya kadar masumdu prens. Ve öylece gitmesine izin verdi. İzin verdi ki, bir daha gelebilsin. O gece, masallardan şatoyu, prensleri, gül bahçelerini, dans salonlarını ve aşkı çalmıştı. Güzel gözlü adamın da dediği gibi, evren ilk yaratıldığında kararlar verilmişti..

Valse Des CygnesWhere stories live. Discover now