11- CENAZE

614 22 1
                                    

Multimedya Arda. :)

İyi okumalar.

Yas tutarken insan siyahlara bürünür değil mi? Şu anda da sanki gökyüzü yas tutuyordu. Kapkara bulutlar güneşi kapatıyorlar, gökyüzünü yas tutar gibi gösteriyordu. İnsanlar da gökyüzünden farklı değildi. Simsiyah giyinmiş ve üzgün ifadeleri olan simaları tanıdık gelen ancak isimlerini bilmediğim insanlar, siyahlar içinde, mavi gözlerinden hüzün akan Bora'ya başsağlığı diliyorlardı.

Ben Atılganların cenazesine ailem adına katılmış, burada başsağlığı dileyen kalabalığın azalmasını bekliyordum. Ailem beni hayatım boyunca böyle basın ve paparazzilerin olduğu ortamlardan uzak tutmuştu ve şimdi bu ortamı yabancılıyordum. Her yerde Bora'yla veya buradaki tanınan kişilerle konuşmaya, onlarla röportaj yapmaya çalışan muhabirler vardı. Bu muhabirler beni geriyordu. Bir an önce Bora'nın etrafındaki kalabalığın boşalmasını istiyordum, ki başsağlığı dileyip buradan ayrılabileyim.

Bora'nın olduğu yere baktığımda gözlerimiz birbirine değdi. Yüzme hüzünlü bir gülümseme yerleştirip hafifçe elimi salladığımda bana başıyla selam verdi ve etrafındaki muhabirlere döndü. Onlarla birkaç şey konuşup yanlarına ayrıldı ve bana doğru gelmeye başladı. Bu yaptığına biraz şaşırsam da yüzümü olabildiğince ifadesiz tutarak ona bakmaya başladım.

"Geldiğin için teşekkür ederim." Bora'ya sarılmak istiyordum. Ailesini kaybetmişti ve şimdi de onların cenazesinde güçlü olup muhabirlerle baş etmeye çalışıyordu. Lanet olsun o daha 22 yaşındaydı. Yattığı fahişelerin dırdırlarıyla ilgilenmeliydi ailesinin ölümüyle değil!

"Başın sağolsun." Muhabirlere gözümü dikip konuşmaya devam ettim. "İstersen şunları atlatıp kaçabiliriz. Zaten sanırım cenaze ve başsağlığı dileme aşaması bitmişti?" Sesim soru sorar gibi çıkmıştı çünkü emin değildim başsağlığı aşamasının bitip bitmediğinden.

"İyi olur ancak önce şunlarla başa çıkmamız gerekiyor." Kafasıyla bize doğru yaklaşan iki muhabiri gösterince gerildim. Muhabirlerle konuşmak istemiyordum.

"Şşşt, sakin ol. Gerilecek hiçbir şey yok. Bütün bunlara alışık olman lazım."

"Sence beni niye hiç televizyonda görmedin? Ailem bu tip muhabirlere karşı öyle büyük önlem aldı ki yanıma yaklaşmaya cesaret edemiyorlar."

Bize doğru gelen kısa boylu, kısa sarı saçları olan kadının elinde bir mikrofon ve esmer, 178 boylarında, kahverengi gözlü adamın elinde de bir kamera vardı. Yanımıza geldiklerinde kadın beni baştan aşağı süzdü. Bakışları beni rahatsız ederken huzursuzca olduğum yerde kıpırdandım.

Gerildiğimi hisseden Bora safir mavisi gözlerini bana çevirdi. Bakışları beni nasıl oluyorsa rahatlatıyordu. Derin bir nefes alıp muhabirlere doğru baktığımda sarışın kadın beni tamamen yok saydı ve Bora'yla konuşmaya başladı.

"Başınız sağ olsun Bora Bey." Bora cevap vermek yerine kafasını salladığında onu izlemeye başladım. Yakından bakıldığında cidden çökmüş gibi duruyordu. Gözaltları morarmış ve şişmişti ayrıca gözleri kızarmış ve teni normalde olduğundan daha soluk bir rengi almıştı. Omuzları her ne kadar dik durmaya çalışsa da hafiften çökmüştü. Çökmekte haklıydı da ne yazık ki. Ailesini, aceleyle gittikleri ve -her ne kadar gitmek istese de- Bora'yı götürmedikleri gemi kazasında kaybetmişti. Bora'nın gitmek istediğini bilmemin nedeni, beni Batu'dan kurtardığı gecenin sabahında Bora'nın annesiyle olan telefon konuşmasını duymamdı.

"Daha bir ayım olduğunu söylemiştiniz. Tamam yaa tamam! Size iyi eğlenceler Japonya'da." Gibi bir şeyler demişti o gün annesine. O günden sonra bir daha konuşup konuşmadıklarını bilmiyordum ama eğer konuşmadılarsa Bora'nın annesine o kadar sert çıkıştığı için vicdan azabı çekiyor olabileceğini düşünmeden edemedim.

AlaboraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin