"Sahne dekorları hazır!"
"İzleyiciler gelmeye başladı, Jungkook'un odasına iki koruma verin!"
"Hana nerede? Son ses kontrolleri yapılacak!"
"Fanlar içeri girmek istiyor, bir kaç kişi daha girişe gitsin!"
"Mikrofon ayarları tamam mı?"
Bu tür seslerin arasında Park Jimin-bu ben oluyorum-güzel bir uyku çekmek için kendini sandalyenin üzerine bırakmıştı. Ama bu biraz imkansız gibi duruyordu.
Mükemmel, yetenekli, iyi kalpli, haraketli, cıvıl cıvıl olan bu genç sadece biraz dinlenmek istiyordu-
"Jimin!? Jungkook seni hâlâ neden işten çıkarmıyor, anlamıyorum! Kalk şuradan, tembel!"
Hâlâ ne iş yaptığını bilmediğim, her işte eli olan ve kulağındaki bluetooth kulaklığını asla çıkarmayan-onunla doğduğuna inanıyordum-Hye Su başımda dikilmiş; çattığı kaşları ile kemikli gözlüklerinin ardından bana bakıyordu. Anında doğruldum ve ajandayı da alarak hızla Jungkook'un odasına yol aldım.
Belki Jungkook sahnedeyken uyuyabilirdim? Onun sesi kulağıma hep ninni gibi gelirdi. Tabii, rap parçaları hariç... Adama resmen kendini kaybediyordu. Tabii bundan elimden geldiğince az şikayet ediyordum, çünkü Jeon Jungkook'un menajeri olmak bir insanın başına gelebilecek en kıyak olay olabilirdi.
"Evde kalmışlığının acısını bizden çıkarıyor, cadı kadın!" diye söylenerek kocaman ve yaldızlı harflerle "Jeon Jungkook " yazan kapıyı açtım ve kendimi ortamın gürültüsünden soyutlayarak odaya girdim. Sessizlik, gülümsememe sebep olurken etrafa bakındım ama Jungkook ortalıkta yoktu.
"Jungkook?" diye seslendiğimde tuvaletin kapısı açıldı ve neşeli haliyle Jungkook çıktı. "Selam, Jim." diyerek aynanın karşısına geçti ve yüzüklü parmaklarını saçlarından geçirdi.
Bir çikolataydım ve birazdan eriyip zemine akacaktım.
"Her şey hazır mı? Ne zaman çıkıyorum?"
Ajandanın son sayfasını açarak hızlıca göz attım. "Tam olarak on dakika sonra. Buradan sonra Kore'ye dönüyoruz. Londra konserinden sonra boşsun. Ah, pardon! Son konserden iki gün sonra reklam çekimi var." dedikten sonra kafamı kaldırdım ve ucunda kırmızı bir taş olan kolye ile karşı karşıya kaldım. Bana yaklaşmış Jungkook'un suratına bakabilmek için başımı biraz daha kaldırmam gerekti ve gamzeli yanakları bana bir selam çaktı.
"Aman Tanrım, Jimin! Çok miniksin!" diyerek burnumu sıktı Jungkook ve gülümseyerek odadan çıktı. Ben ise hızlanmış kalp atışları ve kocaman açılmış gözlerimle odanın ortasında kalakalmıştı. Jungkook çoğu zaman yapardı böyle şeyleri ve şakalaşırdık, şimdi olduğu gibi de etkilenmiş bir Jimin bırakarak giderdi.
Omzumu silkerek odadan çıktım ve sahne arkasındaki koltuklardan birine kuruldum. Tam o sırada Jungkook fanların çığlığı eşliğinde sahneye çıkmıştı.
"Hey, Merhaba! Nasılsın New York!?"
Alkış, ıslık ve çığlıklar artarak devam ettiğinde suratımı buruşturdum.
"Lütfen, sakin olun. Kendimi Kurt Cobain gibi hissediyorum!"
Gülüşmeler ve çığlıklar.
"Pekâlâ...Pankartlar çok hoş, çocuklar. Siz mi yaptınız?" diyerek eli ile gökkuşağının üzerine yazılmış 'treat people with kindness' yazısı olan bir pankartı gösterdi. Onu tutan fanlar çığlıklar eşliğinde kendilerinin hazırladığını söylediler. "Bu harika! Her neyse, galiba artık şarkı söylemem gerekiyor. Şimdi söyleyeceğim şarkıyı çok özel birine adıyorum!" dediğinde ön taraflardan bir kız kime adadığını sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sᴋɪᴘᴘᴇʀ | ᴊɪᴋᴏᴏᴋ
Fanfiction☯ Jeon Jungkook kızların sevilen idolü, ünlü ve milyarder şarkıcı, hayırsever bir adam. Park Jimin ise...bilirsiniz, o sadece Park Jimin'dir. Jeon Jungkook'un geveze, sakar, üşengeç ve bir o kadar da tatlı menajeri... . . . . Hikayenin kurgusu...