Yoksunluk... Başka bedenlerin sıcaklığının yokluğu. Sonsuz bir karanlık denizinde yüzmek ve sonsuza dek yalnız olmak. Buraya ilk geldiğimde nasıl da huzurluydum. Her şeyden, herkesten uzakta; sorulardan ve sorunlardan uzaktaydım. Burada sadece ben ve tenimi yalayan soğuk karanlık vardı. Şimdi ne değişmişti? Sonsuzluğa uzanan, ucu bucağı olmayan bir karanlık mı? Hayır! İsmimi haykıran sesi artık işitmiyordum. Kimse geri dönmem için seslenmiyordu. Buradaki tek nefes benimkisiydi. Öncesinde bu durumdan nasıl da memnundum. Geri gitmem için çekiştirildiğimde, nasıl da sinirlenmiştim. Fakat şimdi... Bekliyordum. Geri çağrılmak, buradan çıkmak için bekliyordum.
Karanlıkta kollarımı, bacaklarımı salladım. Çırpınıyordum. Çabucak çıkmak, geri dönmek için çırpınıyordum. Karanlık çağrımı duymuşçasına hareketlendi. Yumuşak kadife perdeler gibi dalgalandı ve beni başka bir karanlığa savurdu. Titrek güneş ışınlarının karanlığı deldiğini gördüm. Yeni taşındığım yerde boşluklar, güneşi sızdıran küçük delikler vardı. Delikleri takip edip çırpınmaya devam ettim.
Yüzeye çıktığımda bir hastane yatağında uyanacağımı biliyordum ve bekledim. Uyanıp gözlerimi bir yatakta aralamayı bekledim fakat bambaşka bir yerdeydim. Yerden bir metre kadar yüksekteydim. Acıyan parmak uçlarım ve beyazlayan parmak boğumlarımla bir şeye asılıyordum, bir pencereye. Eski ahşap pencere bu beyaz odadaki tek eski nesneydi. O kadar eskiydi ki yıllar içerisinde yerinden kıpırdayamayacak kadar sıkışmıştı. Tekrar asıldım. Asılışımla birlikte saçlarım şimdikinden daha açık bir tonla dalgalandı. Güneş ışığından olsa gerekti. O zamanlar saçlarım daha açık bir renkti.
Tüm kuvvetimle pencereye yüklenişimi seyrettim bir süre. Bu kadarcık kuvvetle titreyen kollarımı, zar zor dengemi sağlayan halimi. Parmaklarımı sızlatan bir kuvvetle, bir kez daha asıldığımda; ahşap pencere gürültüyle aralandı. Hedefime ulaşmam gülümsememi sağlamalıydı. Onu gördüğümden bu yana yüzümde aradığım gülümsemeyi bahşetmeliydi fakat gözlerim büyüdü. Ellerim havada dengem için sallanırken, ayaklarım kaydı ve aşağı doğru düşüşe geçtim.
Düşüşümü fark ettiğimde uzuvlarım harekete geçti. Komutlarını benden değil içgüdülerimden almışlardı. Kendi bedenimi daha uzun, daha güçlü kollarla kavrarken gözlerimi kapatmıştım. Sımsıkı yumduğum gözlerimle yere yapışmayı beklediğimi biliyordum ama bu gerçekleşmedi çünkü bedenimi sımsıkı tutuyordum, onu havada yakalamıştım ve asla bırakmayı düşünmüyordum. Elimden kayıp gitmesine izin vermeyecektim. Son umudum... Benim, bizim son umudumuz. Ona tutunmaktan başka çarem yoktu. Kollarımı sıktım. Kucağımdaki narin bedeni sıktım. Sanki kaçması, benden uzaklaşması mümkünmüş gibi onu sıkı sıkıya tuttum. Kız gözlerini araladı. Kim olduğumu anladığında, gözlerindeki sarı hareler parladı. Güzel olduğunu düşünmeden edemedim. Gözleri bu kadar öfkeyle doluyken bile, bunu düşünmeden edemedim.
Kendi gözlerime bakarken, başka bir bedendeydim. Başka bir bedenden kendimi izliyor ve başka bir bedenin nefesini soluyordum. İşin tuhaf yanı bu bedende sadece misafirlik etmiyordum. Bu bedendeydim, onun gibi düşünüyor, onun gibi hissediyordum. Bağ... Bağ gelişmişti. Bahar haklıydı. Bağ geliştiğinde, getirdikleri de değişiyordu. Artık hissedebiliyordum. Yekta'nın bedeninde barınırken, aynı zamanda ne düşündüğünü, nasıl hissettiğini de biliyordum. Şimdi... Şu anda, enstitüdeki bu anıda Yekta yorgun hissediyordu. Yorulmuştu çünkü sonuca ulaşmayan çözümlerle boğuşmaktan her seferinde hayal kırıklığına uğramaktan usanmıştı. Kucağındaki bedenim son şansıydı. Ne kadar da küçük görünüyordum. Bedenim, yüzüm, bakışlarım... Her biri artık çok uzak olduğum bir kişiyi hatırlatıyordu.
Elimin bulandığı kanı fark ettim, ardından kızı bırakmam gerektiğini ve ateş saçan bakışları altında, ayaklarının yerle buluşmasını seyrettim. Öfkeliydi ve bu hali aldığı yaralara hiç iyi gelmiyordu. Hareketlerindeki bariz sakınmayı görebiliyordum. Acıyan bölgeleri sakınıyordu. Canını yakacağımı düşünüyor olmalıydı. Başının arkasında zar zor durdurduğumuz bir kanama vardı. Elimle orayı yokladığımda, geri itti. Tedavi edilmek istemiyor muydu? Kanama böyle devam ederse öleceğini biliyor olmalıydı. 'İstediği buysa, öyle olsun' diye düşündü Yekta. Ondan korkmama sinirlenmişti. Bakışları koluna geçirdiğim elime kaydı. Onu sürüklemeden önce bakışlarım son bir kez başındaki yaraya değdi. Kanama devam etmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RUH OKUYUCULAR -3-
FantasyDeğişen dengeler, yeni durumları ortaya çıkarmıştır. Akıntıyla birlikte sürüklenen Güneş ise artık oyunun içindedir. Peki bu dengeye müdahale etmek onun lehine olacak mıdır? Ruh Okuyucular serisinin üçüncü ve son kitabıdır. İlk iki kitap Ruh Okuyu...