Duygusal Döküntüler

33 2 21
                                    

Bu bölüm, 1 sene öncesinde yazılmıştır. Yani 2018'in Ağustos ayında. Yayınlamayı unutmuşum. Üzgünüm... Gecikti biraz. Buraya da zaten senede bir bir şeyler atıyorum. Okuyan varsa ne güzel. İyi okumalar...

Bu yazıyı arkadaşlarıma yazdım sayılır aslında. Ama yine de size de okutmak istedim.

---

Hayatımda olan güzel insanlar... Benimle ne kadar kalacaksınız bilmiyorum. Eskisi kadar da takıntılı değilim. Eskiden olsa kimseyi kaybetmemek için bir taraflarımı yırtardım. Ama onlarca seferden sonra artık gidecek olan kişiyi durduramayacağımı anlayınca, bu çabadan vazgeçtim. Neyse. Hiçbirinize kişisel olarak hitap etmeyeceğim. Her biriniz yazılacak mükemmel şeyler vardır illa ki. Veya, siz çekip gittikten sonra arkanızdan söylenecek, sizin duymayacağınız bazı "diğer" şeyler. Ihım.

"This is a call for help. HQ, send reinforcements ASAP!"

Tanrının sistemini hiçbir zaman anlayamayacağım. Doğma, büyüme ve ölme üzerine kurulu. Arkadaşlıkta da, aşkta da, her bir şeyde geçerli bu. Arkadaşlıklar başlar, samimileşir ve biter. Aşk başlar, büyülü bir hal alır ve o da biter. Hayat da öyle. Duygular da mı öyle dersiniz? Duyguların da mı bir bitiş noktası var? Duygular olmadan doğru kararları nasıl vereceğiz ki? Mantık desek, vicdan olmadan nasıl empati kurulur? Sokakta benden yardım isteyen birine, vicdanım olmadan nasıl yardım edeyim mesela? Veya yalnızca mantıkla hareket ettiğimde o kişiye yardım etmeyecek olsam, o zaman yapmam gereken şey o kişiyi görmezden gelmek midir? Tanrı bizden doğru şeyleri yapmamızı isteyen varlık olarak, neden doğru şeyleri yapmamızın kaynağı olan bazı duyguların bitmesine izin verir?

Bazı anlarda bittim gibi geliyor. Her ne kadar duygusuzlaşmaktan kaçmayı başardım desem de, bir bakıma bazı "şartelleri" kapattım da denilebilir. Uygun bir anoloji vermek gerekirse, evimi su bastığı için bazı yerlerden elektrik geçmesi yangın çıkartabilir. Yani, bazı hisleri yoğun bir şekilde hissetmem benim için kötü sonuçlar doğurabilir. Ama ben değil miydim hisleri azaltmak yerine daha çok acı çekmek bile daha iyi seçenek diyen? Ben değil miydim tanrıya "Aşk ver, acısına da katlanırım" diyen? Neden her söylediğim şeyden sonra içimdeki ses, Clint Eastwood edasıyla "Ne dilediğine dikkat et, ahmak" diyor? Sebebi belli, çünkü her söylediğimi tanrı bir sınav olarak gösterip burnumdan getirtiyor ve kendimden şüpheleniyorum bundan sonra.

O hain günün üzerinden 5-6 ay geçmiştir herhalde. Günlerce onu özlediğim için ağladığım oldu. Bunu bilmeyen yoktur zaten. Fakat bugün bir ilk oldu. Bu sefer onu özlediğim için değil, başka bir konuya ağladım. Şuan bu yazıyı okumakta olan birinin dediği bir şey dokundu. Bunu demesi kötü bir şey değildi, sadece acı bir gerçeği dile getirdi.

"O eskisi gibi sevemiyor çünkü geçmişte onun canını çok yaktılar."

Bu ilk sefer de değil. Taa 2013 senesinde de aynısını yaşadım ve yeniden aşka kalbimi açmam 2017yi buldu. Hepinizin de bildiği üzere agnostik biriyim zaten. Beni bir şeyin kesinlikle olacağına/olmayacağına inandırmak mümkün değildir. Bir de geçmişte birden fazla defa olmuş ve kötü sonuçlanmış bir şeyin tekrar etmeyeceğine inanmak gerçekten zor olur. Hadi diyelim ki oldu, yine inandım. Yine aynı şeyleri yaşadım. Bir bina, yıkılmadan önce kaç gülle darbesine dayanabilir? Bir insan, ölmeden önce kaç mermiyle ayakta kalabilir? Bir ruh, yok oluştan önce kaç ihaneti kaldırabilir?

"Sütten iki defa ağzı yanmış biri olarak, yoğurdun içine termometre koymakta haksız mıyım?"

Paranoyağım zaten, orası tamam. Ama bu sefer paranoyak olmakta haklıyım bence. Çünkü iki defa test ettiğin köprüde, iki testinde de köprüden bazı parçalar kopuyorsa, o köprüyü geçmezsin. Aynı şey bunda da geçerli. O köprü sağlam olabilir. Seni yolunun sonuna götürebilir. Ama bu riski alacak mısın? Çünkü o yolun sonuna gitmeyi gerçekten çok istiyorsun. Ama elinde olmayan sebeplerden dolayı, duygusuz timsahlarla dolu olan aşağıdaki bataklığa düşebilirsin. Bu senin suçun olmaz, ama yine de yanlış bir seçim yapmış olursun. Senin suçun olmayan yanlış bir seçim. Bunun bedelini de sen ödersin. ama nasıl bilebilirsin? Hepsi senin basit bir seçimine bağlı. Köprüyü geçmek, ya da geçmemek. İşte bütün mesele...

Yok yok, dahası var tabi. Ama size yemin ederim ki, dünyevi şeyler arasında aşktan daha mükemmel bir şeyi tatmadım şuana dek. Acı sos gibi bir şey. Önce tadı çok iyi, sonra acısı çıkıyor. Mutluluğun kefaleti belki de. Mutlu olmak suç mu derler ya filmlerde? Galiba doğru bir çıkarım yapmışlar. Tanrı için, belki de, insanların dünya üzerinde mutlu olması bir suçtur. Her şey denge ya hani. Karanlık olmadan ışık, kötülük olmadan iyilik olmaz falan... Belki de dünya üzerinde mutluluk olmadan, bundan sonraki hayatta mutluluk olmayacaktır.

Aranızdan bazıları, bu hayattan sonrasına, cennete ve cehenneme inanmıyor. Ama var olmak bundan ibaret olamaz. Çok anlamsız bir varoluş olurdu bu.

Ya da belki de... Yalnızca biz böyle hissediyoruzdur. İnsanlar belirli bir şekilde gelişti ve diğer canlılara kıyasla daha ileri seviyede şeyler yapabiliyor. Mesela hayvanların tanrıya inanma ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Onlar yalnızca bu dünyada hayatta kalmak için bazı şeyler yapıyorlar. Ama biz "üstün" insanoğlu, her daim bizden daha üstün bir varlık arayışına geçtik.

İnsanın beyni diğer bütün canlılardan çok daha farklı bir şekilde işler. Beynimizin içindeki nöronları birbirine bağlayan dopamin, serotonin, hele hele bir de en haylazı oksitosin (aşk, duygusallık, maneviyat ve vicdan gibi şeyleri temsil eden hormon) devreye girdiğinde çok garip şeyler oluyor. Birden bakış açısı değişiyor. Çoğu nöronun birbirine bağlı değilken her şeye karamsar bakarsın ve mantıksız gelmez. Ama o hormonlar salgılanır, nöronlarındaki devreler bir bağlanır, resmen yaşamayı seversin. Düşünceler de, duygular da, fikirler de değişir. Kimin fikrinin doğru olduğunu bilemeyiz. Sonsuzluk fikri de mantıksız gelebiliyor, bir son olacağı fikri de. İki zıt şey nasıl aynı anda bu kadar mantıksız gelebilir ki? Sanırım bu insanların anlayabileceği tarzdan bir şey değil.

Çok sık yaptığım bir şey bu benim. Konudan konuya atlarım hep. Bu özelliğimi hiç kaybetmedim. Uzun süre görüşmediğim birinin bana hiç değişmediğimi söylemesinden sonra kendimi sorguladım. Birçok şey değişmişti. Ama bazı şeyler hala aynı. Sadece kağıt üzerine dökülebilen geveze iç sesim ve inanma isteğim. Bir de aşk takıntım.

Her şey aşk değil tabi ki de. Ölüm var ulan. Daha belki de yakınlarımın, ailemin, arkadaşlarımın ve değer verdiğim insanların ölümünü kaldırmak zorunda kalacağım. Ama bunu nasıl yapıyorlar? Hem duygularına sahip çıkıp hem de bütün o darbelere rağmen nasıl ayakta kalıyorlar?

"Kimse hayat kadar sert vuramaz." diyen Rocky Balboa haklıymış galiba. O sözü ilk duyduğumda henüz hayattan bırakın yumruğu, küçük bir tokat bile yememiş bir çocuktum. Ona rağmen etkilemişti. Şimdi ise bunun ne kadar etkileyici geldiğini tahmin edebiliyorsunuzdur.

Yazmak aklındakileri dışarı çıkartır derler. Genelde aklındaki istemediğin düşünceleri çıkarmak için böyle yapar insanlar. Ben şahsen aynı teoriyi başka bir alanda da test ettim. Mesela önceden pek unutkan değildim. Bunu okuyan birinizin de dediği gibi "her bir boka hatırlatıcı" kurmaya başladım. Her şeyin listesini yapmaya başladım. Bir süre sonra o şeyler aklımdan çıktığı için, yazdıklarıma bakmadığımda aklıma gelmediğini fark ettim. Demek ki gerçekten de öyleymiş. Umarım bu yazdıklarım düşüncelerimin dışarı çıktığı anlamına gelir. Çünkü şuan iyi hissediyorum. Sanırım ikinci dünya savaşımı da bazı kayıplar vererek atlattım. Fakat kayıplar, tamir edilebilir. Ama Einstein'ın da dediği gibi, bu dünya üçüncü dünya savaşını kaldıramaz. Umarım anolojiyi anlamışsınızdır.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

08.12.2018 - Son kalenin savunulması

Görev tamamlandı!: Ruhunu kurtar

Başarı kazanıldı! : Stalingrad muhafızı

Bekleyen başarılar: Berlin taaruzu, Ekim Devrimi

(Mecaz açıklamaları:

Birinci ve İkinci/üçüncü dünya savaşı = Yaşadığım iki aşk acısı + yaşamaktan korktuğum üçüncüsü

Stalingrad, Sovyetlerin son direnişini sergilediği şehrin adı. Bu da benim verdiğim son savaş gibime geliyor. Ve aynı Sovetskiy Soyuz gibi, sanırım ben de bu savaşı kazandım. Hurra!

Berlin, hissizliğin kalbini simgeliyor. Her şeyi bitirip ona karşı zafer kazandığımda, bitmiş olacak. Şimdi, taaruza geçme zamanı.

Ekim Devrimi: Yeni aşkı simgeliyor. İşin zor kısmı bu. Bunca savaştan sonra bir organizmayı baştan kurmak... Bünye kaldırır mı?)

Reznov... Zafer yakındır Tovarisch!

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 12, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Doğaçlama DüşüncelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin