Bir hikayeyi daha iyi bir şekilde nasıl batırabilirdim hiç bilmiyorum. Ellerime sağlık =~=
Aku:
Gökdelene sonunda varmıştım. Az önce gördüğüm varlık hala yukarıda olmalıydı. Yukarıya, onun yanına gitmek ve onu daha yakından görmek istiyordum. Neden bu kadar çok istediğime açıkcası ben de anlam veremiyordum. Belkide gerçekten benim gibi birinin var olduğu gerçeği beni mutlu etmişti. Kafamı kaldırdım ve göktelene baktım. Çok yüksekti ve yukarıya çıkmak için uçmaktan başka yol yoktu. Uçmak, benim için hiç eğlenceli değildi. Hatta tam olarak işkenceydi. Sanırım yükseklik korkum vardı. Korkumun tamamen zihnimi ele geçirip beni amacımdan vazgeçirmesine izin vermeden hızla kanatlarımı serbest bıraktım. Giderek heyecanım ve korkum artıyordu. Çabuk olmalıydım, yoksa vazgeçecektim. Uçmak kesinlikle istemiyor ama onu daha yakından yine görmek istiyordum. Birkaç dakika boyunca kararsız kaldıktan sonra isteğim korkumu bastırdı ve kanatlarımı elimden geldiğince hızlı bir şekilde çırpmaya başladım. Saniyeler sonrasında neredeyse çatıya varmıştım. Aşağıya bakmamaya çalışıyor ve biran önce bu işkencenin bitmesini istiyordum.
Hikaru:
Gözlerim kapalı bir şekilde ay ışığının altında sessizce soluk alıp veriyor, uyumaya çalışıyordum. Rüzgarsız, sakin bir geceydi. Tek sorunum havanın oldukça soğuk ve etrafın biraz karanlık olmasıydı... Gözlerimi yavaşça açtım ve kırpıştırdım. Sanırım uykum kaçmıştı. Uzun bir süre boyunca etraftaki diğer gökdelenleri inceledim. Dışarıya parlak ışıklar veriyorlardı ama yine de yeterli değildiler. Hala oldukça korkuyordum. Derin nefesler alıp verdim ve kollarımı vicuduma daha sıkı sardım. Korkumu yenmem gerekiyordu- Düşüncelerim bana doğru yaklaşan ayak sesleriyle bölündü. Korkudan ölmek üzereydim. Hareket bile edemiyordum... Bana çok uzun sürmüş gibi gelen bir beklemenin ardından seslerin sahibi ortaya çıktı. Kömür kadar siyah saçları ve gecenin karanlığında parlayan bir çift lacivert-mavi karışımı gözleri vardı. Boyu oldukça uzundu. Siyah, dar bir kot ve bol bir tişört giyiyordu. Vücuduna daha dikkatli baktığımda sol köprücük kemiğinin üzerinde ters şekilde yapılmış bir pentagram dövmesi olduğunu fark ettim. Satanist miydi? Üzücü... Sessizliği yine onun sesi bozdu. "Merhaba" dedi. Korkmuştum, hemde çok. Ağzımı cevap vermek için açtım fakat sesim çıkmadı. O ise karşılığında sadece sırıtmakla yetindi. Yaptığı beni biraz daha korkuttu. Sonunda ise artık daha fazla dayanamadım ve soğuk hava ile korkumun yüzünden titremeye başladım. O, titreyen bedenime daha çok yaklaştı, en sonunda ise tam karşıma oturdu ve "Burada ne yapıyorsun?" dedi. Gülümsemeye çalışmıştı ama her halinden kötü biri olduğu belliydi. Sakinleşmeyi az da olsa başarabildikten sonra sessizliği bozmaya karar verdim. "U-uyumaya çalışıyorum..." Cevabı gecikmemişti. "Burada, göktelenlerin tepesinde mi?" Alaycı bir tavırla sormuştu. "E-evet... Sen burada ne yapıyorsun?" Yanıtıma ilk önce bir kahkaha attı. "Ben mi? Ben sadece seni etrafta gördüm ve burada ne yaptığını merak ettim." Az önceki gülüşünden aklımda sadece inci gibi dişleri kalmıştı. Azı dişlerinin sivriliğini de fark etmemiş değildim. "... Buraya nasıl geldin?" Önce biraz düşünmüş, sonrasında bu soruyu sormuştum. "Tabiki binanın içinden, asansörü kullanarak..." Yalan söylüyordu. "Eğer o şekilde gelseydin seni duyardım." Kaşlarımı çatmıştım. O ise önce derin bir iç çekti, sonra "Pekala, seni uçarken gördüm." dedi. "N-ne?!" Sanırım şok geçiriyordum. Bana önce gülümsedi, sonra omzuma hafifçe vurdu. "Merak etme, ben de senin gibiyim." Omzuma hafifçe vurmuştu fakat benim çelimsiz ve titreyen bedenim bunu kaldıramadı, yere yığıldı. "B-benim gibi mi? Sen de mi meleksin?" Kendimi toparlamış, doğrulmuştum. "Melek mi? Komik olma." dedi. "Nesin sen peki? Kanatların olduğuna göre melek olman gerekmez mi?" Yine güldü ve hiç beklemediğim bir şey yaparak kanatlarını açtı. "Şeytanların da kanatları olduğunu unutma." dedi ve bana göz kırptı. Kanatları benimkilerin aksine en az saçları kadar siyahtı. "Ş-şeytan mısın?!" İstemsizce çığlık attım. "B-benden uzak dur!" Suratı biraz asılmış gibiydi. "Ha? Merak etme sana zarar vermek gibi bir niyetim yok." Bana pek inandırıcı gelmemişti. "S-sen, kendin az önce bana şeytan olduğunu söyledin. Sana n-nasıl güvenebilirim?" dedim. O ise sorumu yanıtlamadı. "Söyle bana tatlı surat, sen neden buradasın? Cennette eğlenmen gerekmiyor mu?" T-tatlı surat mı...?
Aku:
Karşımda bana korkuyla bakan bir çift pembe göz vardı. Suratının her bir detayını gece olmasına rağmen rahatça görebiliyordum. İri gözler, kusursuz bir burun ve kıpkırmızı dudaklar. Gerçektende kusursuzlardı... Ona neden cevap vermediğini soracaktım ama daha ben tek kelime edemeden o ağlamaya başladı. Kaşlarımı kaldırdım ve "Neden ağlıyorsun?" dedim. "Ben... Ben... Çok pişmanım..." Şimdi hem ağlıyor hem titriyordu. "Neden pişmansın?" Önce biraz düşündü. "Ben... S-sanırım t-tanrıya karşı geldim." Gerçektende berbat görünüyordu, teselli etmek amacıyla kolumu omzuna atmak istedim fakat o bana bağırdı ve "B-bana dokunma! Senin gibi bir varlığın bana değmesini istemiyorum!" dedi. Pekala, artık sinir bozucu olmaya başlamıştı ama bunu tavırlarıma ve hareketlerime yansıtmamaya çalıştım. "Nasıl istersen." dedim ve ona gülümsedim. "Karşı mı geldin? Biraz daha anlatsana, kulağa oldukça ilginç geliyor." Düşünüyordu. Sanki kelimelerini özenle seçmeye çalışır gibi bir hali vardı. "H-hatırlamıyorum... Bana sadece karşı geldiğimi söylediler ve buraya bıraktılar." Şaka mıydı bu? "Peki nasıl geri gönmeyi planlıyorsun?" Yine düşündü. "B-bilmiyorum ama bana burada sınanacağımı ve g-geri dönüp dönemeyeceğimi ona göre karar vereceklerini söylemişlerdi." Sözlerini bitirdikten sonra yine hıçkırdı ve gözyaşlarına boğuldu. Bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim. "Seni daha iyi hissettirir mi bilmiyorum ama ben de aynı sebepten dolayı buradayım." Ağlamayı kesti ve kafasını kaldırdı. Bana ağlamaktan kızarmış ve şişmiş gözlerle bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impure
RomanceHikayem iki erkeğin aşkını (yaoi/BL) ve smut sahneler içerir. Çiftler ise genelde şeytan ve melek veya başka paranormal yaratıklar, biraz klişe... Fakat yine de yazıyorum işte.