O kadar rüküş sofranın etrafına toplanan kadınların arasında parlayan duru, nazik bakışlı sen.
Göğüs kafesimi yararak kalbimi delip geçen domuz tüfeğinin mermileri edasındaki sen.
Organlarım parçalara ayrılırken göz yaşıma aldırış etmeden güldüğüm tek fani sen.
Dudağımın hilâl şeklini almasına engel olamıyorum bebeğim.
Seni düşünürken kirli şeyleri bana yaptıran sen.
Ama bir kez olsun suretime bakma tenezzülünde bulunmayan sen.
Ben seni ne yapacağım tatlım?Şu an öyle güzel gülümsüyorsun ki, yanındaki kadınların gülüşlerinin tek bir değeri bile yok. Yıl 1981 ve sen Rick James şarkıları kadar neşe dolusun. Belki de biraz da yaramazsın ama kızları tek gülüşünle tavladığın bariz adamım. Sen ve beni hayal edip duruyorum. Sen ise belini kavradığın kadının ıslanmasına yardım ediyorsun. Ah, bakışların değişiyor. Anlık olarak etrafa bakıyorsun ve tavandaki ışıkların rengi değişiyor. Mor ve pembe üzerinde parlarken Fire and Disere parçasında az önce dans ettiğin kadının belini daha sıkı kavrıyorsun.
Öyle kavrıyorsun ki ben bile azıyorum.
Kadının buklelerini inceliyor, omzuna koyduğu başını tutuyorsun. Ayaklarınız ve üst gövdeniz paralel hareket ediyor ve şarkıya kendinizi kaptırıyorsunuz. Sonra kız omzunda bayılıyor. Ya da uyuya kalıyor. Anlayamıyorum. Kız sana bir şeyler söylüyor ve sen onu taşıyorsun. Belini tutup kendine çekiyorsun ve ağır bedeni oradan uzaklaştırıyorsun.
Tek yaptığım şey adımlarını takip etmek oluyor o dakika da. Belkide kız sarhoş numarasıyla seni evine götürecek, ya da onu bu evde düzüp her zaman yaptığın gibi kenara atacaksın. Ya da o kız bir daha ortada gözükmeyecek.
Genellikle ortadan yok olurlar, değil mi bebeğim?
Onu evden çıkartıp arabana bindiriyorsun. Ah, evini neyseki biliyorum. Bende tıpkı senin gibi arkana parkettiğim arabama biniyorum. Arabanı yol boyu sakin bir şekilde sürüyorsun. Radyondan dışarıya yükselen en sevdiğim müzik parçalarıyla kendimi şımartıyorum bir tanem. Kemerimin altındaki erkekliğim ise yerinde duramıyor.
Sanırım yüzüm kızardı...
İki sokak aşağıdan sağa dönüp tüm şehrin en berbat mühitindeki bir eve parkediyorsun. Araban eski ve ikinci el. Rengi krem ya da bej. Pek anlamam renklerden.
Kızı kollarına kavrıyorsun, o aptal güzellik mırıldanıp homurdanırken merdivemleri tırmanıyorsunuz. Mini, kare desenli eteğinin altındaki siyah iç çamaşırını görmek zor değil.
Palyaçoya benzeyen bir kadınla olman beni üzüyor.Eve giriyorsunuz.
Dikiz aynamdan kendime bakıyorum, saçlarımı geriye doğru parmaklarımla tarıyorum ve gülümsüyorum. Dişlerim inci gibi parlıyor ve ağzım viksi kokuyor. Torpidodan ağız fısfısımı alıyorum, nane tadı dilimin ve damağımın her köşesine yayılırken evinin ışığını yakıyorsun. O odanın banyoya ait olduğunu çok iyi biliyorum.
Senin için geliyorum.
Arabadan inip kapıyı hızla kapıyorum. Akabinde ahşap merdivenleri rugan ayakkabılarımla tırmanıp kapıya varıyorum. Terli ellerimi tutan anahtar deliğini bulup çeviriyorum ve kapıyı açıyorum. İçeriye girer girmez beni bir kaç inleme ve vanilya kokusu karşılıyor. Evin daima temiz, daima hoş. Oturma odasındaki merdiveni çıkıyorum.
Karanlık koridorun sonundaki sarı aydınlatmalı banyoya doğru ilerliyorum. Nefes sesleri ve inlemeler...
Beni deli ediyorsun...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNREQUITED.
Short Story[oneshotxtaekook] Derken kalemimi aldım elime, o ve ben sadece orada 'biz' olacaktık.