mark lee ve küçük perisi

359 38 19
                                    

size lee donghyuck'u tek bir kelimeyle anlatabilirim.
peri.
feminen ve narin yüzü, parıldayan gözleri, kıyafetlerin içinde zarif duran bedeni, pembe dudaklarıyla lee donghyuck'un periden bir farkı yoktu.
tanıştığımız günü çok net hatırlıyorum, masallardan fırlamış kadar güzel bir göl kenarında uzanıyordu; şehirden çok uzakta bir ormanın derinliklerindeki bir göl kenarından bahsediyoruz, neden orada olduğunu soracakken yavaşça ve düzenli inip kalkan göğsünden uyuduğunu anlamıştım.
turkuaz sulu gölün dört bir yanı yemyeşil ağaçlarla çevriliydi, yerde açan rengarenk çiçeklere basmamak için büyük bir çaba sarf ederek o kahverengi saçlı çocuğun yanına, gölün de yakınına, oturdum ve bir süre berrak suya bakarak düşündüm.
bu çocuk kimdi, acaba neden buradaydı?
ormanın derinliklerine inen çok kişi olduğunu sanmıyordum, hatta bu göl kenarının varlığını bilen tek kişinin ben olduğumu sanıyordum.
acaba göl kenarında uyuyan çocuk kimdi?
burayı nasıl keşfetmişti ve neden buradaydı?
belki derslerinden ve problemlerinden bunalıp ormanda rastgele yürüyüşe çıkmışken çok derinlere inip burayı bulmuştu, belki de çocuksu bir merakla girdiği bu ormanda kaybolmuştu ve göl kenarında dinlenmeye karar vermişti.
her şey olabilirdi değil mi?
gördüğüm insanlar hakkında tahminler yürütmek hoşuma gidiyordu, ne zaman birini görsem neden orada olduğuna, kiminle konuştuğuna, nereye gittiğine dair kafamdan senaryolar yazardım; tuhaf bir alışkanlıktı.

suyun altında yüzen turuncu-beyaz balıkları izlemeyi bırakıp yanımda uzanan çocuğa baktım, hala uyuyordu; yanına oturduğumu fark etmemişti.
neden yaptığım hakkında hiçbir fikrim olmadan ben de uzandım ve yan dönerek sol kolumu kafamın altına koydum, yanımdaki çocuğu izlemeye başladım.
ağaçların sık yapraklarının arasından zar zor süzülen güneş ışığı çocuğun esmer tenine vuruyor, mitolojik bir tanrıymış gibi görünmesine sebep oluyordu.
pürüzsüz esmer teni ve o tene vurarak parlayan ışık sanki çocuktan besleniyor, gittikçe daha da parlaklaşıyordu.
bu şeyin tanrı olduğunu kabul etmeseniz bile kesinlikle mitolojik bir efsaneden fırlamış bir şey gibiydi kahverengi saçlı, esmer tenli çocuk.
tabii şimdi tanrı diyorum ama, ben onun peri olduğunu çok sonradan fark ettim sanırım.

her neyse, pembe; dolgun dudakları aralıktı ve göğsü yavaşça inip kalkıyordu.
güzelliği beni çekmişti, ellerim güneşin öptüğü esmer tenin sıcaklığını hissetmeyi öylesine istiyordu ki...
ben dalgın ama dikkatli bir şekilde çocuğu izlemekteyken birden gözlerini açtı.
ah, nazik bir prenses gibi gözlerini kırpıştırarak ve yavaşça açmadı; birden oluverdi işte, gözleri aniden açıldı; birkaç saniye nerede olduğunu idrak etmeye çalışıyormuşçasına etrafa bakındı, yeni uyanmasına rağmen o kadar dikkatli bakıyordu ki gözbebeklerinde ağaçların yansımasını görebilirdiniz.
birkaç saniye sonra gözlerini kırptı, sonra yavaşça tekrar açtı.
ne hissettiğini merak ettim, göldeki balıkların onu izlediğinin farkında mıydı? çıp çıp suya dalıp çıkarlarken çaktırmadan ona baktıklarını görmüş müydü? eninde sonunda bu güzel yerden ayrılacağını bilmenin verdiği hafif buruklukla anı zihnine mi kazımaya çalışıyordu?
acelesizce doğruldu ve sarı tişörtünü çekiştirdi, beni fark etmedi; ettiyse de belli etmedi, sonra göle doğru uzandı ve avuçlarını yan yana getirip göle daldırdı.
soğuk suyun tenine temas etmesiyle birlikte irkilmesini gizleyemedi, birkaç dakika sudaki yansımasını izledikten sonra eski pozisyonuna geri döndü.
yanıma uzandı ve bana döndü, sağ kolunu başının altına yerleştirdi.

gözlerime baktı, bir şey söylemedi.
gözlerine baktım, bir şey söylemedim.
sonra güldü.
güldü.
o kadar nazik ve çocuksuydu ki kahkahası, o güzelliği 'tanrı' kelimesine sığdıramadım.
o bir periydi, narin ve küçük bir peri.
yavaşça gülümsedim.
"neden buradasın?" diye sordu esneyerek.
"şehirde boğulduğumu hissettim." diye mırıldandım. "sen neden buradasın?"
"dersler, kalem kutuma pembe kağıtlar atan alt sınıflar ve spider man hakkında konuşan arkadaşlarım beni bunalttı." diye karşılık verdi hafifçe sırıtarak.

"büyülü gibi." dedi birkaç dakikalık sessizliğin ardından. "bu göl kenarı diyorum yani, bir çocuk masalından fırlamışçasına güzel."
başımla onayladım.
"evet, öyle."

daha sonra o göl kenarında sayısız kere rastladım o çocuğa, üçüncü karşılaşmamızda adının lee donghyuck olduğunu söyledi; lise üçüncü sınıftı ve güzel sanatlar okuyordu.
her neyse, size onu bir peri olarak tanımlayacağımı söylemiştim; gerçekten de o karşılaşmalarımızda mitolojiden fırlamış gibiydi, güzel bir göl kenarında uzanan güzel bir çocuk.

bir gün donghyuck taşınacağını söyledi ve büyülü göl kenarında geçen masalın sonu yaklaştı.
işte o zaman onu öpme cesaretini gösterebilmiştim, nazik ve yavaş bir öpücüktü bu; sanki donghyuck küçük bir periymiş gibi, onu incitmekten korkmuştum.
taşınacağı şehirde bir üniversite kazanacağıma söz verdim ve donghyuck gitti.

boş hissediyoruz çünkü her bir parçamızı sevdiğimiz şeylerde bırakıyoruz, ben kalan bütün parçalarımı senin periye benzer kalbinde bıraktım donghyuck; sen bir periydin ama kalbin değildi, kalbin periye benziyordu sadece; saftı.

ama sen güzelliğinle bir periydin işte.
naiadları bilir misin donghyuck? su perileri.

naiad, belirli bir akarsuyun, gölün, çeşmenin, bataklığın, pınarın veya kaynağın su perisidir. naiadlar arasında kendilerine en çok tapılanlar, çeşme, pınar ve kaynak perileridir. bunlardan bazılarının hastalıkları iyileştirmek, şairlere ilham vermek, kahinlere görü gücü kazandırmak gibi bir takım doğaüstü güçleri olduğu düşünülür, bu tür özellikli naiadlar adına tapınaklar inşa edilirdi. su perileriyle ilham arasında öylesine sıkı bir bağ vardır ki bu perilerden esinlenen kahin ve rahiplere "nymphogeptoi" de denir. 

bana ilham veriyorsun, sende bıraktığım parçalarım güzelliğine dayanamayıp ağlıyor ve bunu hissedebiliyorum; o yüzden sana bunları yazıyorum küçük perim, ne kadar güzel ve narin olduğunu bilesin diye.
ben, mark lee, nefes almak için ormana çıktığım gün göl kenarında uzanmış güneş ışıklarını kucaklayan bir periyle tanışmıştım.

o gün bugündür boş hissederim, çünkü o güzel peri kalan bütün parçalarımı acımasızca benden söküp almış, kendisiyle birlikte çok uzaklara götürmüştü.
şikayetçi olduğum söylenemez aslında, çünkü biliyorum ki o parçalarım benden uzakta olmalarına rağmen güzellikle sarmalanmışlar; çok iyi saklanıyorlar.

şimdi izninle küçük peri, zihnimi rahat bırakmalısın, işlerim var.
siz de peri lee donghyuck'u tanımış oldunuz, belki bir gün siz de bir göl kenarında bir periyle karşılaşırsınız.

feé; markhyuck oneshotHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin