2| Geçmişe Hükmeden Kuzgun

3.6K 462 368
                                    

"Bir sözü tutmamak, geçmişin gerçekliğini yadsımaktır."

Ursula K. Le Guin


12 Nisan 1945

Bir gün bir yerde tekrar karşılaşırsak eğer, benimle yeniden tanış.

İlkbaharın tanıdık serin rüzgarı, üzerindeki ince kıyafetlerden içeri süzülüyor, zayıf bedeni engel olamadığı hafif bir titremeyle sarsılıyordu. Hassas bir yapısı vardı ve biliyordu ki, biraz daha bu rüzgarın altında vakit harcar ise, bir sonraki sabaha burun akıntısı ve boğaz ağrısı ile günaydın diyecekti.

Parmaklarına bulaşan mürekkebi umursamadan üstünde birçok boya lekesi olan, kırık beyaz, kısa yakalı, frenk gömleğinin üzerine giydiği ince tişörte silmiş ve karaladığı sözcüklerde son bir kez daha göz gezdirmişti. Kasabanın merkezinde küçük bir kütüphane bulunuyordu ve oradaki kitapları karıştırırken bu şiire denk gelmişti. İlk satırı okuduğu an parmak uçlarında anlamdıramadığı bir kıvılcım hissetmiş gibiydi, titriyorlardı ve her kelimenin üstünde bir yol çizdiklerinde o kıvılcımlar koca bir ateşi körüklüyordu sanki. Geçmişinde kalan o silik silüet, tekrardan aklını çelmek istercesine kafasının içine doluşmuş, ve yıllar önce kendine belirlediği o tahta yerleşivermişti. "Aklın benim," dercesine sırıtan o şık beyefendi, koca bir zafer kazanmıştı.

Az önce kelimeleri karaladığı kağıdı, kurumuş dudaklarına yaklaştırarak sıcak nefesini üfledi. Mürekkebin çabucak kurumasını istiyordu, böylece sabah güneşinin yeni yeni vurduğu evine girebilirdi. Kuruduğundan emin olmak istercesine parmak uçlarını pürüssüz yüzeyde gezdirmiş, ve kelimelerin bir kez daha aklını çelmesine izin vermişti. Kesinlikle unutamıyordu, unutamadıkça ise bir delinin en güzel gülümsemesini andıran o gülüşünü sunuyordu sessiz sabaha. Aklını çoktan kaybetmişti, o yüzden dengesiz tavırlar sergilemesi onun için en doğal hareketti.

Elindeki kağıt parçasını rulo haline getirmiş ve annesinin, frenk gömleğinin sol tarafına, kalbinin tam üstüne, diktiği o küçük cebine koyuvermişti. Güneş tüm ülkeyi aydınlatmak istercesine ışıklarını yavaştan gün yüzüne çıkarıyor, evlerin tuğladan olan çatılarına vuruyordu.

Yaslandığı ağaç gövdesinden uzaklaştığı an, sırtında hissettiği ağrılar ile yüzünü buruşturdu. Birkaç saattir yaslı olduğu çıkıntılı yüzey, sırtını tahriş edecek derecedeydi. Ağacın rahatsız gövdesini hâlâ hissediyor gibiydi, bugün çokça kambur yürüyeceğine emindi. Kız kardeşi bu konuda haklıydı, yirmi yaşında olmasına rağmen bedeni ve ruhu seksenlerinde olan bir adamı andırıyordu. Oturduğu ağacın gövdesinden bedenini kaldırırken hissettiği ağrıyı umursamamayı tercih etmişti. Oturmasından dolayı tozlanan askılı pantalonunun arka kısmını hafif dokunuşlar ile çırpmış ve kıstığı gözlerini yaşlı ağacın büyük yaprakları arasından gökyüzüne dikmişti.

Sabahın erken saatleriydi, güneş yeni yeni kendini belli ederken gökyüzünde oluşan o harika renk uyumundan gözlerini alamıyor, gökyüzünün esiri oluyordu. Sabahları hep severdi. Gecenin ağır aurasına rağmen, güneşin çocuğuydu o. Sabahı severdi, çünkü sabah yeni bir gün demekti. Yeniden doğan bir gün.

Öylece gökyüzüne bakarken gözleri önüne gelen küçük toz bulutlarına gülümsemiş, elindeki dolma kalemi ve her zaman yanında taşıdığı o kahverengi kapaklı minik defterini pantalonunun arka cebine sıkıştırmıştı.

Gökyüzüne bakmayı sonlandırıp defterine şaheserler karaladığı parmaklarına ulaştı parlayan hareleri. Her bir parmak ucuna bulaşan ve geçmek bilmeyen kara mürekkebe baktı, ellerinin bu denli boyaya bulaşmasına alışık olduğundan sadece dudaklarının kıvrılmasına izin verdi ve bahçenin köşesinde bulunan çeşmeye ilerledi.

nepenthe Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin