[Ⅰ]

964 70 19
                                    


Kaderin bir araya getirdiği yedi arkadaştık. Büyükbabamdan kalma eskimeye yüz tutmuş o yazlık ev sayesinde tanımıştım onları. Hepsini de çok sevmiş, en çok onların yanına yakışmıştım. Yedi ayrı yüz, yeni ayrı atan kalptik. Ama yalnızca birinin ritmi kalbime uyar, ritmimi bozardı.

Her şeyden önce, sıradan ama çocukluğumun sonu olan bir yazdı. O yaz güneş ışıklarının vurduğu altı güzel yüzü ve nehre kapılan çocukluğumu yitirmiştim.

''Jungkook!''

Annem her sabah aynı saatte merdivenlerin başında durur, iki kez ismimi bağırırdı. Üçüncüsünde elindeki ayağından çıkarttığı terlik ile odama gelir ve gerçeklikten payı olmayan öfkesiyle söylenirdi.

''Beş dakika içinde kahvaltı sofrasında olmazsan nehre inemezsin, küçük bey.''

Ben ise bulut desenli gökyüzü rengindeki örtüme daha çok sarılır, annemin gelip güldürmesini beklerdim. Dedemden kalan mirasla bana her zaman küçük bey diye hitap eden annem yatağıma oturur, ince parmaklarıyla gıdıklardı beni. Islak gözlerimle yalvararak pes ederdim. O ise gözlerimi öper, yaşlarımı silerdi. Çocukluğum en güzel sabahları geçmişti o evde; o sıralar farkında değildim.

Kızarmış ekmek kokuları eşliğinde geçen huzur verici kahvaltının ardından var gücümle koşardım nehre, onların beni beklediğini bilerek. Taşlara, çalılara takılıp düşmeme aldırmazdım. Dizlerimdeki acıya, soluk soluğa kalışıma ve henüz sabun kokusunun kaybolmadığı gömleğimin kirlenmesine aldırmadan koşardım onlara.

''Jungkook!'' Beni ilk fark eden her zaman o olurdu. Kocaman gülümsemesi ile ayağa kalkar, var gücüyle el sallardı; onu gördüğümü bile bile yerlerini fark ettirmek isterdi.

Alışagelmişliği bozmamak için ses çıkarmazdım. Onu, onları yeni görüyormuş gibi heyecana kapılırdım. Bir ağacın gölgesine oturmuş kitap okuyan Seokjin en büyüğümüzdü. Ailesinin tek erkek çocuğuydu ve kız kardeşleriyle yarışır bir güzelliğe sahipti. Herkes gibi o da bunun bilincinde olsa da kendisine güzel denildiğinde kızarır, bozarırdı. Bu yüzden kimse ona güzel demezdi; güzel olduğunu düşünür ama demezdi.

''Senin için de bir elma getirdim.'' Onun yanına oturmuş kucağındaki elmalarla beni bekleyen Yoongi, ikinci büyüğümüzdü. Bizim için küçük bir baba figürüydü. Bu yüzden olsa gerek, grubun en küçükleri olan bizler süt dilimizi yaksa bile ona koşardık kendi babamızdan önce. ''Ben kırmızı olanı istiyorum.'' Tombul yanakları ve şişkin dudakları ile koca bir bebeğe benzeyen Jimin, en küçüğümüz olmasa da en küçüğümüz olmaya en layık olanımızdı. Gün boyunca homurdanır, Yoongi'nin yanıbaşından ayrılmazdı. Hepimiz biliyorduk onun Jimin'in ilk aşkı olduğunu. Bu yüzden onları kendi hallerine bırakırdık çoğu zaman. Bir köşede misketleriyle oynayan Namjoon ve Taehyung her şeye ilk atılandı. Namjoon'un yüzü, Taehyung'un dizleri yaralarla dolardı. Şanslıydılar ki Hoseok vardı.

Benim için yeryüzündeki güzel olan her şeyin somut haliydi Hoseok. Güzel bir gülümsemesi, şefkatli dokunuşları ve yumuşak bir kalbi vardı. Namjoon'a kızarak, Taehyung'a söylenerek yaralarını sarardı evden aşırdığı yardım malzemeleri ile. Taehyung için en güzel anların başında gelirdi bu. Gün boyunca yerinde durmayan, türlü yaramazlıklar yaparak başını belaya sokan o haylaz çocuk, Hoseok'un karşısında bir meleğe dönüşürdü. Çok kıskanır, çok kızardım. O parmakların kimseye dokunmasını istemezdim. Gözlerim dolardı; elmadan ısırdığım parça genzimde kalırdı. Yine de sesimi çıkarmazdım. Ağacın bir köşesine yaslanıp Seokjin'in hiç görmediğim yerleri anlatışını dinlerdim kalbime hakim olarak.

Çocukluğumu, soğuk algınlığını bahane ettiğim ağrıların ve sıkıntıların ilk aşkımın belirtisi olduğunu anlayamamıştım. Jimin'in hislerinin farkında olan ben, kaderin bizi ayırdığı o güne dek ona ne denli aşık olduğumdan bir haberdim.

Nehre Kapılan Çocukluğum - BangtanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin