Çaresizlik girdabında yapayalnız...
İşte kapılar da kapandı, kafamın içinde oradan oraya kaçan ve birbirini kovalayan ama bir türlü yakalanamayan düşüncelerim ile baş başa kaldım, yüreğimdeki tezat duygular, aklımdaki cevap bulunamayan deli sorular, nedenler, niyeler ile çaresizce boğuşmalar... Bastırmaya çalıştığım çığlıklarım içime akarken yüreğimin alev alev yandığını, canımın çok acıdığını fark ediyorum. Yolunu, yönünü kaybetmiş bir seyyah gibiyim, ne yapmalı, nereye gitmeli hiçbir şey bilmiyor, hiçbir çıkış bulamıyorum. Sanırım umutlarım da çaresizliğim yüzünden hüzün ile yer değiştirmeye ve yok olmaya başladı. Hayır, birileri kurtarmalı beni, bir şey olmalı ve ben buradan kurtulmalıyım, bir çaresi olmalı bunun!
Mustafa tüm pes etmişliğine, isyanına ve içindeki çığlıklara rağmen yeni getirildiği koğuşu incelemeye başladı. Koridorlar gibi koyu maviye boyanan duvarlara ve birçok yerinde nemden ve kirden dolayı oluşan sarı lekelere bakarak içeri doğru ilerliyordu. Tiksinerek attığı her adımda içinden bir ses sen burada yaşayamazsın, yapamazsın diyordu. Kapının sağ tarafındaki lavaboya gözü iliştiğinde tezgah üzerinde unutulan kirli tabldotlar dikkatini çekti. Kapların içindeki yemek artıklarının kurumuş olduğunu görünce hiçbir görevlinin buraya gelmediğini, burayı kimsenin kontrol etmediğini düşünürken buradaki insanların, ne yiyip ne içtiğini ve neler yaşadığını hayal ettiği an kabus gibi günlerin kendini beklediğini düşünerek ilerlemeye devam etti.
Lavabonun hemen yanında kapısı yarı aralanmış ve içinde sineklerin uçuştuğu oldukça kirli ve genzi yakacak derece de ağır bir kokunun yayıldığı tuvalet dikkatini çekti. O an yine nasıl yaşarım ben burada, bu pisliğe kaç gün dayanabilirim! Yok, mümkün değil yaşayamam ben burada diye paniklemiş bir halde koğuşa doğru birkaç adım daha attı. Siyah taştan yapılan zemin üzerinde ilerlerken dudaklarını büzüştürüp kafasını sağa sola sallayarak tiksintisini sessizce sadece kendisine haykırıyordu.
Sessiz çığlıklar eşliğinde attığı her adımda duvarlara hızla bir göz gezdiriyor ve aman Allahım! Gökyüzünü görebileceğim küçücük bir pencere dahi yok derken yine kendiyle dertleşiyordu.
Kafamı göğe her kaldırışımda bakabildiğim mavi güneşimi, ufacık bir pencereden dahi göremeyeceğim artık! Yarınlarım, hayallerim, umutlarım bir floresan lambanın aydınlattığı şu koğuşta yok olup gidecek işte, nem ve rutubetten çürümeye başlayan duvarlar gibi ben de çürüyüp gideceğim burada. Umutsuzluğum ve öfkemin büyüklüğünden olsa gerek elim, ayağım hatta tüm vücudum titremeye başladı. Koğuşun iç kısmına doğru yürümek, ilerlemek, yaşamak ve burada bir saniye bile durmak istemiyorum. Şu an tek isteğim bağıra bağıra ağlamak, arkama bile bakmadan buradan kaçmak ve bu lanet olası yerden kurtulmak.
Bu derin ruh çöküntüsünün ne kadar sürdüğünü bile fark etmeyen Mustafa, yüreğinin derinliklerinden gelen bir sesin kulağına bir şeyler fısıldadığını hissetti.
"Sakin ol Mustafa, derin bir nefes al ve kendine gel. Sen suçsuzsun en fazla birkaç gün kalır ve çıkarsın buradan. Biraz alışmaya çalış. Kendini bu kadar heder etmenin hiçbir manası yok."
Zor zamanlarında kendisine yol gösteren yüreğindeki bu sesin, yine dile gelmeye başladığını fark eden Mustafa, olduğu yerde kıpırdamadan beklerken o sese kulak vermeye karar verdiğinde elleri ile yüzünü kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığı an güçlü olacağına dair kendine sözler verirken hayatında hiç bu kadar kötü bir yer görmediğini, buraya nasıl alışacağını bilmediği düşünüp isyanını bastırmaya ve buraya alışmanın çok zor olacağını sadece kendine haykırıyordu yine sessizce.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ GÜNEŞ
General FictionYeni bir hikaye ile çıkıyorum yola... Haksız yere hapishane hayatı yaşayan ve hapishane günleri, umutları, yalnızlığı, hayalleri ve hayata sıkı sıkı tutunuşu roman kahramanımız Mustafa'nin gözünden kaleme alacağım. En kısa zamanda yayına başlıyor...