22| Beni Adınla Çağır

198 26 42
                                    

"Bir haber var mı?"

Kahin iki elini arkasında birleştirmiş, ağır adımlarla içeri yürürken konuştuğunda Baekhyun oturduğu koltukta kıpırdamadan başını iki yana salladı. Üzerinde her zamanki salaş kazaklarına nazaran o gün üniforma vardı ve dağınık saçları da bu kez güzelce taranmıştı, geniş bir dalgayla alnına dökülüyordu. Ancak kanepede yaylanarak oturuşu ve umursamaz siması tüm o resmiyeti silip atıyordu çehresinden.

Yine de Kahin, o dalgın ifadenin ardında büyük bir endişenin saklı olduğunu bildiğinden ses çıkarmadı. Baekhyun her ne kadar bunu gizlemekte başarılı olsa da Kahin tanıyordu oğlunu. İç çekerek belindeki bastonu eline aldı ve ağır adımlarla yan taraftaki diğer kanepeye çöktü.

"Bu sabahki toplantıda çok iyi iş çıkardın, evlat."

Baekhyun gözlerini boşluktan çekmeden acı bir gülüş yerleştirdi yüzüne. "Sadece saraydaki işleyiş hakkındakileri değerlendirip önemli olan konuları erteledim, Kahin. Mübalağa etmene lüzum yok."

"Mübalağa etmiyorum, seni hergele." diye homurdandı yaşlı adam. "Ağabeyin senin yaşlarındayken, Kora onu bir kez tek başına toplantıya göndermişti de Jongin, milleti ayaklandırıp Kayra Krallığı'na savaş açmaya çalışmıştı."

Baekhyun güler gibi oldu bir an. Sonra babasını anımsayınca hüzünlendi. Gözlerini boşluktan çekip Kahin'e baktı.

"Benim nasıl haberim olmaz bundan?"

"Olmaz ya, olmaz tabi..." dedi Kahin kendi kendini onaylarak. "Sabah akşam eğlence peşinde koşardın. Saray işleri hakkında en ufak bir konu açılsa nereye kaçacağını bilemezdin."

Baekhyun yüzünü ekşitti. "Ne kadar aptalmışım."

Kahin güldü keyifle. "Öyleydin." Sonra iç çeker gibi devam etti. "Bu senin suçun olmasa da..."

Genç adam alt dudağını dişleyip sürdürdü sessizliğini. Elbette onun da suçuydu. Her şeyi babasının üstüne yıkıp kendini aklayamazdı ama bunu Kahin'le tartışmak manasızdı.

"Yalnızca üç sene öncesinden bahsediyoruz lakin şimdi o kadar uzak geliyor ki..." Başını tavana çevirdi Baekhyun. Sessizce yutkundu.

"Çünkü değiştin." dedi Kahin, gözlerini babacan bir tavırla genç adamda gezdirip. "Sen ve Jongin, dürüst olmak gerekirse, sizden beklemediğim bir şekilde çok olgunlaştınız." Hüzün dolu bir nefes çekti ciğerlerine. "Acı sizi buna mecbur kıldı, evlat."

"Peki şimdi ne olacak?" Baekhyun kanepeye yasladığı başını usulca Kahin'e çevirdi. "Sence yaşamımız, tüm bu çabaya değecek mi? Ülke bu kadar batmış ve biz bu kadar yorgun düşmüşken..."

Kahin durdu. Pencereden dışarıya çevirdi bakışlarını. Uzaklardan, çok uzaklardan bir kuşun geçtiğini görür gibi oldu. Gülümsedi. Gökyüzünün kızıllığı yüzüne yansıyor, yaşlı teninde sıcak izler bırakıyordu.

"Savaşacağız, evlat." dedi usulca, kırık bir sesle. " Sımsıkı tutunacağız yaşama. Belki kaybedeceğiz lakin... savaşırken kaybedeceğiz." Elini sol bacağına yaslayıp genç adama döndü. Zihnindekileri bir bir dökmek istese de önce, sonra bunun için erken olduğunu düşünüp sustu. Henüz emin değildi ve Baekhyun'u da umutlandırmak istemiyordu. Şimdi yapılacak tek şey Aera ve Jongin'in dönüşünü beklemekti. Sabırla, heyecanla, umutla beklemek...

*
Sık ağaçlı ormanın geceye bıraktığı gölgeler görüş alanımı zifiri karanlığa bırakıyordu. Önümdeki yabancı büyük adımlarla ilerlerken biraz daha koştum yetişmek için. Hızla yanından geçtiğim dallar elbisemin açıkta bıraktığı kollarımda çizikler açsa da görmezden gelerek devam ettim yoluma. Ne tenimi yakan gece ayazına, ne de pelerinimin başlığından fırlayıp yüzüme savrulan saçlarıma itimat ediyordum. Tek düşünebildiğim Chen, Jongin ve koşmaktı. Göğüs kafesime çarpan heyecan kemiklerimi paramparça edecekti sanki. Ormanın derinlerden asker sesleri duyuluyor, git gide yaklaşıyordu.

a n é m o n eHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin