i'll send all my lovin' to you

358 27 27
                                    

---

Merdivenlerin karşısındaki odada olmasını beklemiyordum açıkçası, çünkü o odada soba yoktu ve içerisi yaz kış demeden buz gibi olurdu, hava da şu an epey soğuktu. Buz tutmuş ayak parmaklarımın uçları üzerinde pıtır pıtır içeri girdim, kapıyı da sessizce arkamdan kapattım. Sırtını kapıya dönmüştü, omuzları çökük ve bedeni öne eğik, harıl harıl telefonla konuşuyordu. Varlığımın farkına vardıysa da bana bir tepki vermedi.

Böyle durumlarda ne yapmam gerektiğini bunca yıldır bir türlü çözememiştim. Babasıyla kavgaları bittikten sonra onu nasıl teselli etmem gerektiğini biliyordum, ki o da zaten kendi kendine bana sığınmayı öğrenmişti. Omzuma başını koyar ağlar, ya da koynuma sokulup sakinleşmeyi beklerdi, varlığına alışkındım. Kendine geldiğinde ise dondurma yemeye götürürdüm onu, mevsim ne olursa olsun dondurma yerdik, huyu batsın, defalarca hasta olmuştuk bu zevkinden dolayı. 

Kavgalarına şahit olmuşluğum nadirdi, her defasındaysa elimin ayağımın birbirine dolanmasına sebep oluyordu bu bodoslama dalışlarım. Şimdiye dönecek olursak, her zamanki kadar boşluktaydım ve kesinlikle ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, kapı eşiğine çöktüm usulca. Kırmızı tişörtü sıska bedenine salaş kalsa da omuzlarına tam oturuyordu, bir defasında karışlarımla omzunu ölçmüştüm, uzun parmaklarını siyah saçlarından huzursuzca geçirirken sadece hayranlıkla seyredebildim.

Babasının sesini bunca zamandır hiç duymamıştım, sadece çok yüksek sesle konuştuğunda telefondan mesafeli bir şekilde kulağıma çalınan anlaşılması güç cızırtılarla bağdaştırıyordum onu. Sesler duyabileceğim kadar yükseldiğinde gergin omuzlarının çöküşü içimde bir şeyleri yerinden söküvermişti, lime lime oldum ona bakarken, kımıldayamadım yine de. Başı öne eğildiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım, ona doğru uzanacağımı düşündüğüm andaysa ayağa kalkmıştı hışımla.

Bana bir anda döndü, burnunun direğini tutuyordu ve güzel kaşları kendine has zarafetiyle çatılmıştı, kıpırdayamadım. Sanırım biraz sapkıncaydı, ama bir sanat eseri gibi görüyordum onu, detaylarına doyamıyordum. Ne zaman yanımda uyusa yüzünü incelerdim, bambaşka bir çekiciliği vardı, onu dünyevi kelimelere hiçbir zaman sığdıramamıştım. Gözlerimin içine dikti kara gözlerini, yorulmuştu, mimiklerine de yansıyordu bakışlarının ağırlığını. 

Derin bir nefes almak için dudaklarını araladıysa da olduğu yerde donup kaldı bir an, telefondaki bağırışlar benim dahi kulağımı tırmalamıştı. Bana bir bakış daha attıktan sonra gözlerini sımsıkı kapattı ve bu benim yerimden fırlamam için yeterli olacak kırmızı alarmdı işte, göz açıp kapayana kadar yanındaydım. Düşecekse tutacaktım.

Avcunu suratıma doğru uzatıp bir adım geriledi, ciddi anlamda açtı ağzını ve yumdu gözünü. Böyle kaşlarını çatmaya devam ederse akşama başı ağrıyacaktı, papatya çayımız bitmek üzereydi. Alışverişe çıkmalıydım.

"Yeter artık ulan!" Diye cırladı bir anda, donup kaldım, karşı tarafın bağırışı kesildi. Odanın içi tüyler ürpertici bir sessizlikle dolmuştu bir anda, benimki derin bir nefes aldı. "Beni itip kakalamayı bırak artık moruk, istediğin evlat olamadım işte, aş bunu artık aş!" Göğsünün inip kalkış ritmi bozulmuştu, gözlerini ise tek bir noktaya odaklamıştı, ancak baktığını görebildiğini hiç sanmıyordum.

Telefondan belli belirsiz bir ses duyuldu, alt dudağını ısırdı, dudaklarının kenarı yukarı doğru seğiriyordu. "Baksana bana, ne yapacağın sikimin kenarında bile değil." Kendisini kasmayı bıraktığında sırıtmaya başladı, alt dudağını arada sırada dişleriyle yokluyordu. Telefondan bir cevap geldiyse de başını dikleştirdi. "Bak koçum, anamı sikmiş olman üzerimde hak iddia edebileceğin anlamına gelmiyor. Azat et beni, ikimiz de kurtulalım. Bir yere varamayız." Güldü, boştaki eli titriyordu.

dear happiness︰hunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin