'Sevgilim, bugün de sensiz günlerimden birindeyim. Biliyor musun, hayalini kurmakta zorlanmaya başladım. Hayallerimde de mi olmayacaksın artık? Bu kadar mı istemiyorsun beni?'
Buruk bir tebessüm oluştu dudaklarımda. Her yerde üzülen birileri vardı fakat herkes kendi hislerinde boğulmuş durumdaydı. Acı, keder, mutluluk, özlem, aşk...
Daha fazla takılı kalmadan postu beğendim ve dasbhord'umda dolaşmaya devam ettim. Aşk sözleri, çizimler ve komik postlarla dolu olan dashboarddan sıkılıp bilgisayarımı yatağımın
üstüne bıraktım.
Güneş kendini göstermeye başlamış, etrafa aydınlık katmıştı. Yine tüm gece uyumak yerine bilgisayar ve telefonum arasında mekik dokumuştum, bir alkış alalım.Ağrıyan gözlerimi ovuşturup yatağımdan kalktım. Perdemi kenara çekip çıplak ayaklarımla balkonuma adımımı attım.
Manzaram belliydi, karşı binadaki beşinci kattaki ev. Bir yıl önce plotonik olmayı fazlasıyla saçma bulurken, şu son birkaç ayda plotonikliğin zirvsine çıktım. Hatta 'Asla kimseye karşı plotonik olmam, seviyorsam direkt söylerim neden saklıyayım?' diye bir cümle kurduğmu hatırlıyorum. Asla, asla deme.
5 Ay Önce
'Bana mutluluğu çiz boyansın ellerin, her renkten koy kamaşsın gözlerin.
Bozmasın onu ne gündüz ne de soğuk ve sessiz karanlık gece.'
Çalan şarkıyı mırıldanarak içimden geldiği gibi çizmeye devam ediyordum. Polarımı ellerimle biraz daha çekiştirdim. Kar yağarken balkonda oturup resim çizmek tam da benim gibi birinin yapacağı mantıklı bir şeydi.
Kafamı hafifçe kaldırıp düşen kar tanelerini izledim biraz. İşte tam o sırada gözüme takılan noktaya odaklandım sadece. Balkonuda oturmuş benim gibi çizim yapıyordu birisi. Ama şöyle bir sorun vardı ki; üstünde hiçbir şey yoktu. Ocak ayında, kar yağarken üstsüz bir şekilde çizim yapan çocuk...
Tam karşıdaki binanın beşinci katı. İstemsizce incelemeye başladım. Ufak bir masa ve yanındaki siyah koltuğa yayılmış, elinde kalemiyle bir şeyler karalayan kumral bir çocuk. Masadaki kupasını dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Gözlerini çizdiği şey her neyse, ondan ayırmıyordu. Elim kalemime gitti ve çizmeye başladım, karşı binanın beşinci katını.
🖌🖌🖌
Kalemimi, kirli darbelerle kağıtta gezdirmeye devam ettim. Her zamanki gibi karmakarışık bir taslak çıkartacaktım. Yani herkese göre öyle, bana göre tertemiz bir taslak.
Çalan şarkı kalemime yön verirken kahvemden yudumlamak için başımı kaldırdım. Fincanı elime alırken bakışlarım etrafta gezindi. Tam çaprazımdaki masaya takıldı gözlerim. O buradaydı ve yeni fark ediyordum. Benim gibi her zaman, her yerde çizim yapabiliyordu. Yine gömülmüştü kendi gezegenine.
İstemsizce inceledim bir süre yüz hatlarını, kalemi tutuşunu, oturuşunu... Yaptığım çizimi yarım bırakıp başka bir kağıt çıkardım. Beynimde ekran görüntüsünü aldığım sahneyi çizmeye odaklandım.
Fazla kişinin olmadığı sakin bir kafe ortamında, siyahlara bürünmüş bir adamı resmettim bu sefer. Siyah bir tişört, siyah pantolon, siyah saçları, hiçbir zaman çıkarmadığı yaprak desenli siyah bilekliği...
Kulaklığımın çekilmesiyle kaşlarımı çatıp kafamı kaldırdım "Azel?"
"Selam bebeğim." diyerek karşıma oturdu. Pek şaşırmamıştım çünkü beni ararken bakılabilecek olası adreslerden biri de bu kafeydi, Yaprak Kafe.
Elimdeki çizimi alıp hafifçe güldü. "Platonik yaşam nasıl gidiyor?" Kafasını Batın'a çevirdi. Dikkat çekmemek için ben Azel'e bakmaya devam ettim.
"Neden geldin?"
Gözlerini kısıp havalı olduğunu düşündüğü bir bakış attı. Evet karizmatik duruyordu ama hâlâ bana işlemediğini anlayamadı.
"İyi misin diye merak ettim." İçimdeki asi tarafı es geçip sakince cevapladım.
"Nasıl olduğum seni ilgilendirmiyor Azel." Dudaklarını birleştirip kafasını salladı. "Evet, haklısın ama..."
Cümlesinin bitmesine izin vermeden ayağa kalktım. Göz ucuyla Batın'ın masasına baktığımda, çoktan gitmişti.
"Her neyse Azel, ben gidiyorum." Biraz saçma davranmıştım sanki ama aslında gelip benim masama oturması bile saçmaydı. Onunla yıllar önce bir parkta karşılaşmıştık. O günden sonra da bazı ortamlarda denk geliyorduk sadece. Benimle olan konuşması her ne kadar sakin ve normal olsa da, başka insanlara nasıl davrandığını görmüştüm. Kaba şey.
Eve döndüğümde kimse yoktu. Annem mesaiye kalıp biraz geç geleceğini söylemişti. Dolaptaki yemeği alıp ocağa koydum ve Gece'yi aradım.
Birkaç çalış sonrasında açtı. "Efendim güneşim?"
"Ne yapıyorsun Gece'm?"
"Sıkılıyorum her zamanki gibi. Şu üniversiteyi bir kazansak da sıkılmasak artık."
Isınan yemeği tabağıma koydum. Neredeyse liseyi beraber okuduk gibi ama bir kere bile yüz yüze görüşemedik, aylar sonra aynı üniversiteyi kazanıp eve çıkmak istiyorduk. "Aylar sonra sarılıyoruz desene." dedim gülümseyerek.
Elimde tepsiyle içeriye giderken telefonu hoparlöre aldım. "Hayaller ve hayatlar olmasın da başka bir şey istemiyorum."
Tam ağzımı açıyordum ki kolumun tabloya sürtmesiyle ayağıma düştü "Ah!" Yüzümü buruşturdum.
"Ne oldu kanka, bir şey mi oldu?" Gece'nin endişeli sesine karşılık gülümsedim. "Yok kanka tablo ayağıma düştü, bir şey olmadı."
Kaldırmak için eğildiğimde kaşlarım çatıldı. Tablonun arkasına bantlanmış kağıtlar vardı. "Neyse Gece'm ben yemek yiyeceğim, sonra konuşuruz. deyip kapattım telefonu
Hemen elimdekileri bir kenara bırakıp kağıtları aldım. Sırtımı duvara dayayıp onlarca kağıttan birini okumaya başladım.
Kızım,
Gönderdiğim mektupları okuyor musun bilmiyorum. Belki benimle konuşmak istemiyorsundur, belki de annen göstermiyordur hiçbirini.
İnan ki benim bir suçum yok kızım. Karşına çıkmaya da yüzüm yok. Annen seni bana karşı nefretle büyütmüştür ama bir şans istiyorum senden, tek bir şans.
Gözyaşlarım eşliğinde okumaya devam ettim.
Lütfen bir kere de olsa yüz yüze konuşalım kızım. Tüm olanları bir de benden dinle. Hak verirsin ya da vermezsin senin kararın ama bir kez de olsa sarılayım sana. Ne kadar çok özlediğimi anlatamam bile.
Eğer bunu okuyorsan, seni çok özledim Hazel'im.