2. Bölüm

56 1 0
                                    

Güneş yavaş yavaş doğarken odama giren gün ışıkları gözkapaklarımı adete davetsiz misafir gibi çalıyordu. Gözlerimi açarken; karanlıktan çıkmış gözbebeklerimdeki ince sızı yüzünden gözlerimi birkaç kez kırpmak zorunda kalmıştım. Önce yüzümü sonra bedenimi pencereye doğru çevirdim. Akşam erken yattığım için olsa gerek uykumu aldığımı farkettim. Öyle olmasa bile gündoğumunu izlemeyi uykuya hep tercih ederdim. Güneşin doğuşunu izledikten sonrada uyuyabileceğim için bu büyülü anı kaçırmak istemez hemen hemen her sabah uyanır yeni bir filmi izler gibi heyecanla izlerdim. Bugünde her zaman olduğu gibi doğrulup günlük yaptığım esneme hareketi olan kollarımı iki yana açıp bedenimi iyice gerdim. Bileğimdeki tokamı çıkarıp dalga dalga omuzlarıma dökülen saçımı dağınık ama bir o kadarda özenle topuz yaptım. Yatağımdan kalkarak pencereyi açıp dışarıdaki havayı bir nebze olsun içeri almak tadına varmak istedim. Biraz soğuk ama bir o kadarda temiz olan havayı ciğerlerimde dolandırdım. Sanki her gece bir temizlik yapılıyorda hava gündoğmadan bu mükemmelliğe ulaşıyordu. Çalışmak için koyduğum sandalyeyi yerinden alıp pencerenin önüne getirdim ve kendimi yavaşça üzerine bıraktım. Pencerenin pervazına dirseklerimi, ellerimide çeneme koyarak dışarıyı izlemeye başladım. Güneş binaların çatıları arasından yukarı doğru çıkmak için sabırsızlanıyor gibiydi. Gündoğumunu izlemek beni her zaman mutlu ederdi. Hayatın her gün yeniden yeni başlangıçlar getirebileceğini, her karanlıktan sonra aydınlığın gelebileceğini hatırlatıyordu. Öyle güçlüydü ki güneş karanlığı yok etmekte ustaydı; ki hep öyle değil miydi? Bir ışık varsa küçücükte olsa karanlığa galip gelmez miydi? Karanlığa galip gelmek için bütün mesele o ışığı bulmak veya kaybetmemekti bence. Ufuk çizgisi iyice kızarmış kırmızı, turuncu, sarı birbirine girmişti. Gökyüzünün maviliği ile nasılda uyumlu duruyordu. Ki göğe maviliğini veren güneşten gelen bu turuncu renk değil miydi? Ne garip...
Bu muazzam görsel şölen güneşin tamamen doğmasıyla son bulmuştu ama doğa öyle muhteşemdi ki mutlaka başka izlenmeyi bekleyen ve keyif verici şölenlerde vardı. Birden telefonumun sesiyle irkildim. Beklemediğim bir ses olduğundan anlık hamle ile yerimden hızlıca doğrulup telefonuma uzandım. Sabahın erken vaktiydi ama benim gibi bu vakitleri değerlendiren bir kişiyi daha tanıyordum. Tabi ki yüzüm gibi huyumunda benzediği annem.
-Günaydın anne.
-Günaydın canım kızım, uyanmışsındır diye aradım umarım yanlış düşünmemişimdir.
Annem akıllı bir kadındı ve her zaman bana doğruyu gösteren kişiydi. Sözleri hiçbir zaman söylediklerinden ibaret olmazdı. Annemin yetiştirdiği bir insan olarak onun beni tanıdığı gibi bende onu iyi tanıyordum. Yeni düzenle birlikte alışkanlıklarımı kaybetmemi istemediğine emindim. Yeniliklere kapalı, alışkanlıklara bağlı bir insan değildi annem ama insanın ruhunu besleyecek alışkanlıkları terk etmemesi gerektiğini söylerdi hep.
-Evet uyandım. Güneşin doğuşunu benden önce izlemek güzel miydi?
diyerek güldüm. Annemin cevabı kendi gibi harikaydı:
-Senden önce izlemişliğim çok, ama seninle birlikte izlemeyi tercih ederim.
Konuşurken telefondan gelen gülüş sesi bile ayrı huzur veriyordu.

Yeni güne güzel başlamıştım. Üzerimdeki pijamaları beyaz bir kısa kollu tişörtle ve kot pantolonla değiştirerek dışarıda bir sabah yürüyüşü yapmaya karar verdim. Gri kapişonlu hırkamı almayı da ihmal etmedim. Beş dakikada hazırlanıp kendimi dışarı attım. Bu şehre geleli iki yıl olmuştu ama yaşadıkça gezdikçe yeni yerler keşfediyordum. Bu durumdan da inanılmaz haz alıyordum. Safariye çıkmış gibi etrafımı incelerken birden caddenin sonundaki parkı farkettim. Adımlarımı sıklaştırarak yakınlaştım.
-Ne kadar güzel bir park, diye fısıldadım kendime.
Parkın konumu o kadar güzeldi ki birkaç dakika öylece baktım karşımdaki Ankara manzarasına. Gözlerimi ayırabildiğimde kendimi çimlerin üzerine bıraktım. Ellerimi iki yana koyup bağdaş kurdum. Avuçlarımda hissettiğim çimler tüm hücrelerime yaşadığımı hatırlatıyordu sanki. Ben böyle bir insandım işte. Hissetmek benim en büyük mottomdu hayatımda. Yaşadığım her şeyden tad almaya çalışırdım. Bir yemeği yerken yaptığım gibi lezzetini alır, damağımda gezdirir, hafızamda kalmasını sağlardım yaşadıklarımın. Şu anda da yaptığım tam olarak buydu. Ne kadar süredir burda olduğumu merak edince saatimi koluma takmayı unuttuğumu farkettim. Cebimden telefonumu çıkarıp baktığımda yaklaşık iki saattir manzaraya karşı oturduğumu ve bir de mesaj geldiğini gördüm. Mesaj 'Serendipçe'den gelmişti. Yani Murattan... Tanışmamız tesadüf eseri olduğu ve edebiyat öğretmeni olan Murat sayesinde öğrenmiştim bu kelimeyi. Tam olarak bizi anlattığı içinde Muratı telefonuma bu şekilde kaydetmeyi tercih etmiştim. Serendipçe... Aramazken bulunan mutlu tesadüf... Günaydın mesajını okur okumaz cevabımı sesli iletmek için aradım. Ses tonu içimi ısıtırken buluşup birlikte kahvaltı yapmaya karar verdik. Yerimden kalkıp eve doğru yöneldim.Bir yandan etrafımı izliyor bir yandan ne giyeceğimi düşünüyordum. Biz kızlara atfedilmiş bir görevdi sanırım bu. Ya da erkeklerde aynıydı ama bizim gibi belli etmiyorlardı. Düşünerek yürürken yolun nasıl bittiğini hiçbir zaman anlamazdım. Yine aynı şey olmuştu. Keşfettiğim parkın yeni evimize yakın olmasından da mutluluk duymuştum. Eve girdiğimde kızların uyandığını mutfaktan gelen seslerden anlayarak:
-Günaydın diye yüksek bir tonla seslendim. İlk olarak kızların yanına mutfağa geçtim. Daha yeni uyandıkları her hallerinden belliydi ikisininde. Selin dolapta her gün nasıl yediğini bir türlü anlayamadığım kahvaltılık gevrekleri ararken; 'Günaydın' diye cevap vermişti. Burcu mutfak masasının ucundaki sandalyeye oturmuş suyunu yudumluyordu.
-Günaydın Süveybecim. Gün sana yine erken aymış bakıyorum da
dedi daha uyanamamış gibi bakan gözleriyle.
-E ne yaparsın, alışkanlıklar. Size de tavsiye ederim dedim neşeli bir ses tonuyla. Burcu ne kadar uykulu olsada ondan böyle nüanslar asla kaçmazdı ki kaçmadı da.
-Neşenize maşallah diyorum ama bunu neye borçluyuz?
-Ben kahvaltıya dışarıya çıkıyorum haberiniz olsun dedim ve dudaklarım kulaklarıma doğru yapıştırılmış gibi durmadan gülerek odama yöneldim. Burcu arkamdan:
-Murata bizden de selam söyle dedi.
Odama girip hemen dolabımın kapaklarını iki yana doğru açtım. Gözüme ilk çarpan parçaları alıp kombinledim. Haki yeşili dizlerimin altına doğru dökülen plise eteğimin içine doğru desensiz pudra tişörtümü koyup aynanın karşısına geçtim. Açık kahverengi saçlarımı açıp iki yana ayırdım. Sabah çıkarken takmayı unuttuğum saatimi bir bileğime, ince saç tokamıda bir bileğime taktım. Ayakkabılarımda hala odamdaydı. Siyah düz babetlerimi alıp anahtarımı ve telefonumu kol çantama attığıma göre çıkmaya hazırdım. Oturduğumuz binanın yapısı eski olduğu için odamın kapısı salona açılıyordu. Çıkar çıkmaz salondaki koltuğa oturmuş bir elinde kahvesiyle telefonuna bakan Burcuyla karşılaştık. Hemen kafasını bana çevirip:
-Kızım biraz yavaş hazırlansaydın bu ne hız. Merak etme kaybolmaz sevgilin bir yere.
Bir yandan da pis pis gülüyordu.
-Yapma Burcu... Sadece bekletmek istemiyorum dedim giriş kapısının önüne koyduğumuz pufa otururken. Sesim birazda ciddi çıkmış olacak ki,
-Ben olsam ışınlanmayı icat edebilirdim haklısın dedi Burcu, daha fazla üstüme gelmemek için. Kapıdan çıkarken görüşürüz temennileri eşliğinde hızlıca seyirttim. Uzun zaman olmuştu Muratı görmeyeli ve bu yüzden heyecanlıydım. Bir an önce onu görmek yeşilin en güzel tonuna onun gözlerinde şahitlik etmişçesine doyasıya bakmak istiyordum. Telefonda anlatacakları olduğunu söylemeside heyecanımı ikiye katlıyordu.

AYNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin