Müziğin ritmini bedenimin en ücra köşelerinde bile hissedebiliyordum. Yoğun parfüm ve ter kokusu etrafı ele geçirmiş, hayatlarında yaşadığı sıkıntıların hepisini kapının ardında bırakan insanların tükenmek bilmeyen coşkusu, ayaklarımın altındaki zemini kuvvetle sallıyordu.Jisoo unnie ve Rosè, müziğin ve ortamın etkisinden nihayet kurtulup, buradaki varlığımı hatırlayarak yanıma geldiklerinde söyleyecekleri cümleleri henüz dudaklarını aralamamış olmalarına rağmen tahmin edebiliyordum ve yanılma payımın da kesinlikle çok düşük olduğuna emindim. "Hadi ama Lisa! Öyle oturup etrafı izleyesin diye gelmedik buraya!" diye bağırdı Jisoo unnie, müziğin sesini bastırabilmek için. Ardından Rosè, onun cümlesine küçük bir ekleme yaparak "Bugün senin doğum günün, hepimizden çok senin eğlenmen lazım!" dediğinde, kendimle girdiğim iddianın galibi olmuştum.
"Ah, tamam." Başımı onaylarcasına sallayarak ayağa kalkarken, elimdeki kurtarıcım olmasını umduğum boş bardağımı salladım. "Ama öncesinde biten içeceğimi yenilemem gerekiyor. O yüzden siz önden gidin, hemen arkanızdan geleceğim." Cevap vermelerine fırsat tanımadan arkamı döndüm ve hızlı yanlarından uzaklaştım. Sözde bugün benim doğum günümdü ve yaptıkları sürpriz parti her ne kadar benim için çok büyük anlama sahip olsa da, bulunduğumuz yer, yani bir gece klübü, mekan olarak tercih edeceğim en son yerdi ama işin iyi yanı, tahammül edemeyeceğim kadar rahatsız değildim halimden.
"Bunu yenileyebilir miyiz lütfen? Yine alkolsüz olsun." diyerek elimdeki bardağı barmene uzattırken, dudaklarıma minik bir tebessüm yerleştirdim. Ayakta kalmamak ve biraz da kızların yanına dönmeden önce oyalanmak adına hemen yanımdaki yüksek tabureye otururken, tahmin ettiğimden çok daha kısa sürede hazırlanarak önüme konulan alkolsüz kokteylime üstten bir bakış atıp, kurduğum bahane planlarımın suya düşmesini izleyerek derin ve içli bir nefes çektim içime.
Muhtemelen yerimde başka biri olsa şimdiye kadar ortalığı birbirine katmış ve hatta eğlencenin dibine vurarak kendinden geçmiş olurdu ancak ben, burada olmaktansa atölyemde, tuvalimin ve sınırlandıramadığım hayal gücümün karşısında olmayı ve bu baş ağrıtıcı gürültü ile kulaklarımın sağlığını bozmaktansa sessizliğin senfonisini dinlemeyi bin kez tercih ederdim.
Dudaklarımı büzerken, çenemi avuç içime bastırarak "Bunu bir veya birkaç kez tekrardan hazırlayabilir misiniz?" diye sorduğumda, alacağım tepkiyi ya da üzerimde hissedeceğim ve bundan kesinlikle utanç duyacağım türdeki bakışları tahmin edebiliyor gibiydim. "Anlamadım?"
"Arkadaşlarımın yanına erken dönmek istemiyorum çünkü dönersem, beni o sahneye çıkartacaklar ve yorgunluktan bayılana kadar dans ettirtecekler. İsteyip istemem zerre umurlarında değilken, kaçış yolum olarak içeceğimi yeniletmek için buraya geldim ama hesaplarımdan çok daha hızlı hazırlandı." Gereğinden fazla detaylı açıklama yaptığımı fark edişim yalnızca birkaç saniyemi alırken, yüzümü buruşturarak omuzlarımı düşürdüm ve başımı umutsuzca iki yana salladım. Yirmi dokuz yıllık hayatımda, kendimi hiç bu kadar aptal bir durumun içine düşürdüğümü hatırlamıyordum. "Beni oyala işte."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
le prince des nuages » liskook
FanfictionKara gözlerinin ardına sakladığın bulutların senin için ne denli derin bir anlam ifade ettiğinden habersizdim fakat seni gördüğüm ilk anda, senin ve benim için hiçbir şey ifade etmeyen bulutların hayatımı kökünden değiştireceğini iliklerime kadar hi...