Kapımı her iki dakika da bir yumruklayan Emre’yi bir kez daha duymamış gibi yaptım. Şu anda tek ihtiyacım olan şey yalnız kalmaktı. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Hiç kimse ile. Bu kişi Emre olsa bile.
“Melis aç artık şu kapıyı.”
“Git başımdan.”
Son derece sesli bir küfür mırıldanıp kapıyı anladığım kadarıyla tekmeleyerek uzaklaştı. Ayak sesleri tamamen duyulmaz olduğunda gözyaşlarımın bir kez daha akmasına izin verdim. Sonradan söylediklerine göre adı Ömür olan kıvırcık saçlı çocuk ve Buse gittikten sonra moralim fazlasıyla bozulmuştu. Normal şartlar altında yeni tanıştığım kişilerle hemen iletişim kurardım. Ancak bu sefer ki sessizliğimi fark eden Emre eve gitmeyi teklif etmiş ve grup kısa bir vedadan sonra dağılmıştı. Yarına görüşmek üzere hem de. Yolda gelirken Emre onun kusurun bakmamamı, yabancı insanlarla arasının fazla iyi olmadığını filan söyledi. Haliyle üstüme geldiği için istemsiz olarak ağlamaya başlamıştım. Eve gelince de kendimi odama kapatmıştım. Ne yani biraz duygusal olabilirim. Balık burcuyum ben. Ömür’ün neden öyle davrandığını anlayamıyordum. Hayvan herif. Ben onu şakasına demiştim hem. Maksat muhabbet olsun diye. Ama çabalarım geri tepmişti. Ne yazık ki.
Yarım saat kadar sonra duşa girip rahatlamıştım. O buna değmezdi ki! Hayır, ondan hoşlandığım filan da yok. Yok yani. Sadece fazla yakışıklı o kadar. Aptal. Saçlarımı toplayıp odamın kapısını açtım. Başımı çıkarıp baktım. Emre ortalıkta görünmüyordu. Merdivenlerden inerken salondan gülüşme sesleri geliyordu. Salonda Emre ile beraber Merve ve bir çocuk daha vardı. Çocuğu daha önce hiç görmemiştim. Benim geldiğimi ilk fark eden Merve oldu. Ayağa kalkıp hızlıca yanıma geldi. Kollarını bana dolayınca ben de ona sarıldım.
“İyi misin tatlım? Çok merak ettim seni.”
“Ben, şey evet iyiyim.”
Beraber koltuğa geçerken gözüm o çocuğa takılmıştı.
“Melis, bu Berke. İkizim olur kendisi.”
Ağzım şaşkınlıkla açılmıştı. Dikkatli bakınca benzediklerini görebilirdiniz.
“Memnun oldum.”
“O şeref bana ait.”
Berke ve Merve günün geri kalanında bizimleydi. Teyzem onları bırakmadı ve akşam yemeğine de kaldılar. Merve’ye zaten ilk görüşüm de ısınmıştım. Berke de onun gibiydi. Arkadaş canlısıydı, güler yüzlüydü. İyi çocuktu kısacası. Birileri gibi hayvan değil. Ve şimdi de dördümüz Emre’nin odasında oturuyoruz. Berke ve Emre playstation oynuyorlardı. Gayet çekişmeli giden maçlarını ve onların kavgalarını Merve ile kahkahalarla izliyorduk. Şu noktaya parmak basmak istiyorum ki öyle futboldan nefret eden birisi olmadım hiçbir zaman. Küçükken öyle evcilik filan oynamazdım ben. Oyun oynayacak tek bir kişi vardı, Emre. Eğer onunla oyun oynamak istiyorsam sadece futbol oynayabilirmişim. Emre’nin bu pislik şartı yüzünden çocukluğum oğlan bebesi gibi mahallenin çocuklarıyla futbol oynayarak geçti. Bir ara saçlarımı kısacık kestirmiştim. Mahalledeki çocuklar beni aralarına almıyorlardı. Uzun saçlı futbolcu olmazmış öyle demişlerdi. Annemin ne kadar kızdığını hatırlıyorum da.. Çocukluk işte. Ve şimdi ise futboldan gayet anlayan ve aynı zamanda oynayabilen bir kızım. Şunu da söylemeliyim ki kendimle gurur duyuyorum. Aniden Berke’nin çığlığıyla onlara döndük. Görünüşe bakılırda maç bitmiş ve Berke kazanmıştı. Emre’ye acıdığımı söylemeliyim. Bu arada Merve’nin de gözlerinde bir hüzün görmedim değil. Vay neler oluyor bu ikisinin arasında? Bir ara Emre’yi sıkıştırmalıyım.
“Meliscim dışarı çıksak?”
“Tabi olur.”
Aslına bakarsanız Merve ile yalnız kalmamız iyi olmuştu. Ona Ömür ile ilgili soracaklarım vardı. Biliyorum, Merve’yi henüz tanıyorum ama bu konuyu Emre ile konuşursam abartabilir. Birazcık. Merve bana uyarak peşimden gelmişti. Ön bahçeye çıkmıştık ve bu taraf Ömür’lerin evine bakıyordu. Bahçedeki büyük salıncağa oturduğumuzda başlarda sessizlik hakimdi. Gözlerimi bir süre karşı evden alamadım. Konuşmak için Merve’ye döndüm.