‘Sakin ol Melis. Alt tarafı Ömür geldi ve yanında oturuyor. Yok canım bir şey değil. Sana sadece selam dedi. Umutlanma hemen. Önceyi hatırla. Dünü mesela. Seni iplememişti bile! Yüzüne bakmadan gidişini hatırlasana. Ne kadar ağladın arkasından bir düşün?’
Kendi iç dünyamla verdiğim üçüncü dünya savaşım iç sesimin galip gelmesiyle sonuçlanmıştı. Ömür’e boş boş bakarken o bana gülümsüyordu. Gamzelerini yerim senin.
‘Bok ye sen. Seni iplemiyor diyorum daha gamze peşindesin. Yazıklar olsun.’
“Kapa çeneni.”
Ömür’ün gülümseyen yüz ifadesi yerini şaşkınlığa bırakırken ayrıca kafasının üstünde kocaman bir soru işareti oluşmuştu sanki. Mantıklı olarak şu an tek bir şey düşünüyordur: Buradan hemen kaçmalıyım.
Ve sanırım bana düşen ise acilen durumu toparlamak. Toparlamak dedim de aklıma annem geldi. Odanı topla diye gezerdi şimdi burada olsaydı. Aslında şu anda annemden daha önemli bir konu var ki biraz daha sessiz kalmaya devam edersem akıl problemlerim olduğu iddialarını –o iddiaların sahibi tabi ki de Emre- tescillemiş olacağım. Ve illa fikrimi bilmek istiyorsanız bunu istemiyorum.
“Selam Ömür.”
Adını bilerek vurgulu söylemiştim ki vicdan azabı çeksin şerefsiz. Yüz ifadesi normale dönmüştü sonunda. Bu demek ki her şey normal. Utangaç bir bakış attı ardından. Elini saçlarının arasından geçirip –oy dağlar- tekrar masaya koydu.
“Bak Melis, oturup ilkokul çocukları gibi özür dilemeyeceğim. Sadece bilmeni isterim ki dün biraz sert davranmış olabilirim ve sanırım bunun olmasını istemezdim.”
Nefes almadan sıraladığı cümleleri kafamda tartıp yüzüne baktım. Özür dilemezmiş. Oldu canım.
“Dolaylı yoldan özür dilemeye çalışıyorsan eğer ben de bilmeni isterim ki özrün kabul edilmedi.”
Islak saçlarımı yüzüne savurup oturduğum uzun tabureden kalktım. Ömür’ün şaşkın bakışları eşliğinde bir iki adım uzaklaşmışken aklıma gelen şey ile yürüdüğüm yolu geri döndüm. Ömür merakla bakıyordu.
“Bu arada hesabı da ödersen hani.”
Yarısı bitmiş olan yeşil kokteylime yandan bir bakış atıp bir kez daha uzaklaştım. Ömür’ün derin iç çekişini duyduğumda yüzümde oluşan gülümsemeyi artık siz tahmin edin.
Hızlı adımlarla duş kabinlerine gelip soğuk suyun altında gözlerimi kapatarak Ömür’ü düşündüm. Buradaki ikinci günüm olmasına rağmen her yerde karşıma çıkması garipti aslında. Ve sanırım tesadüfler sonucu olsa da ondan hoşlanmaya başlamış olabilirim ki bu da kesinlikle elimde olmayan bir şey. Suyu biraz daha soğutup fıskiyenin altında birkaç dakika daha durup şezlongların olduğu yere geldim. Havluma kurulanıp omzuma attıktan sonra çantamı koluma taktım. Buse ortalarda görünmüyordu ama diğerleri en son bıraktığım gibiydiler. Telefonumu çıkarıp Emre’ye mesaj attım.
Ben eve gidiyorum. Orda görüşürüz. –M.
Plajdan çıkmadan önce son kez Ömür’e baktım. Birlikte oturduğumuz büfedeydi. Elindeki ice tea kutusuyla oynuyordu. Bıraktığım gibi demek isterdim ama yanına gelen Buse ile önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım. Bu kız bu kadar sülük olmak zorunda mıydı? Sinir şey. Sinirimi yerdeki taşlara tekmeler atarak geçirmeye çalışıyordum. Bir an için Buse’nin yerinde olmak istedim. Belki de istemiyorumdur bilmiyorum. Aslında ona acıdığımı da söylemeliyim. Ne o öyle? Sığıntı gibi yaşıyor bu grupta. Ben böyle iyiyim galiba.