Tamam, sorun şu ki şu anda hazırlanmak ölesiye zor. Resmen koskoca dolapta kıyafet seçemiyordum. Hadi ama. Dürüst olun ki siz de eğer hoşlandığınız çocukla dışarı hem de alışverişe çıkacak olsanız siz de kıyafet seçemezdiniz. Kolay iş değil yani. Sonuçta kırk yıl düşünsem böyle bir şey aklıma gelmezdi. Yani kimin aklına gelirdi ki? Bir kere Ömür’ün gitmeyip bir de bizi dinliyor oluşu zaten başlı başına bir olay. Ama o Ömür nasıl bir candır ki normal şartlar altında ayıplanacak davranışı bugün şu anda benim işime gelmişti. Yerim ben onu. Alışverişten sonra. Kıyafetlerime bakmaktan sıkılıp etek-blazer-badi üçlemesi uydurup ayakkabılarımı da giydikten sonra aynamın karşısına geçip, makyaj malzemelerimin bulunduğu çekmeceyi açtım ve kafamı derinlere gömüp kapatıcı aradım. Yani -her ne kadar belli olmasa da- ağlamıştım ve bundan -yine her ne kadar belli olmasa da- kalan izleri yok etmeliydim. Son olarak çok ama çok hafif bir makyajla birlikte saçlarımı toplayarak işimi bitirdim. Telefonum ve cüzdanım başta olmak üzere birkaç eşyamı da çantama attıktan sonra monoton olarak boy aynamın karşısına geçtim. Maşallah bana. Ay heyecan yaptım. Koşarak merdivenleri indim. Ömür ve Emre bıraktığım gibiydi. Ayak seslerimi duyunca ikisi de bana döndü. Emre’nin çapkın göz kırpmasına karşılık muzip bir şekilde gülümsedim. Elimi tutup yanına çekti.
“Yanımda böyle bir afet dolaşacağını bilseydim ben çıkarırdım sizi alışverişe.”
“Şansınıza küsün bayım.”
Burun kıvırıp Ömür’e döndüm. Allah’ım bir gün bu çocuk gülümserken kalp krizinden öleceğim.
“Ben hazırım.”
“Tamam, gidelim o zaman.”
Arkamı dönüp Emre’ye el salladım. Fesat bakışlarını Ömür ve benim üzerimde dolaştırıyordu. Lan bu çocuğun gözünden de hiçbir halt kaçmıyor. Bana mı çekmiş ne? Ömür önde ben arkada bahçe sınırlarından çıktığımız anda, Ömür’ün kapının önünde duran alev kırmızısı Lamborghini’ye yaklaşması ve yolcu kapısını açarak bana sırıtmasına karşılık aslında doğruyu söylemek gerekirse mal gibi bakmıştım. Tam da benden beklenen bir davranış değil mi? Birkaç saniye sonra içimdeki Melis’in kafayı mı yedin sen uyarısı ile kendime gelerek bana açılan kapıya yürüdüm. Tamam, bunu kesinlikle beklemiyordum. Ömür kapımı kapatıp arabanın –pardon ona araba demek hakaret olur- önünden dolaşarak şoför koltuğuna yerleşti. Ona döndüğümde bana gülümseyerek gaza bastı. Demiş miydim? Mükemmel bir gün beni bekliyor.
**
Devasa alışveriş merkezinin önünde durduğumuz da bir kat daha heyecanlanmıştım. Ömür arabayı park ederken, ben onu dışarıda bekliyordum. Sonunda yanma geldiğinde beraber yürümeye başladık. Öyle havadan sudan konuşuyorduk. Ta ki alışveriş merkezine girdiğimiz ana kadar. İlk adımımı atar atmaz gözüm tam karşımdaki Mango’nun vitrininde duran yeni sezon elbiselerine takılmıştı bile. Ömür’ü sanırım birazcık geride bırakarak hızlı adımlarla kendimi elbiselerin büyüsüne bıraktım.
**
Şu anda girdiğimiz yedinci mağazanın deneme kabinindeyim. Ve üstümdeki elbise bu mağazada denediğim sekizinci elbise. Üstümde bir düzeltme yapıp kapısını açarak dışarı çıktım. Ömür tam karşımdaki mavi koltuklardan birinde oturuyordu. Büyük bir umutla gözlerine baktım.
Elini çenesine dayayarak beni baştan aşağı dikkatle süzdü. İtiraf etmek gerekirse kendimi çıplak gibi hissetmiştim. Eğilip üzerime baktım açıkta bir yer mi var diye. Hayır, sadece beyaz elbisem vardı üzerimde. Beklemekten sıkılmıştım. Bir elimi belime koyup topuklu ayakkabımla ritim tutmaya başladım. Benim aksime Ömür’den ses çıkmıyordu.