Yanaklarımdan hızlı hızlı akan gözyaşlarımla beraber şimdilik Ömür için üzülmeyi bırakmayı ve Berke’nin yapışmış halinden nasıl kurtulacağımı düşünmeye başlamıştım. Ama lanet herif bırakmıyordu ki! Vücudumda kalan son güç kırıntılarını toparlayarak Berke’nin bacak arasına sıkı bir tekme geçirdim. O acı bir inleme koyup geri çekildi ve yalpalayarak yere düştü. Sonunda Berke’den kurtulduğumun sevincini yaşarken tekrar Ömür için üzülmeye başlamadan önce bütün çantalarımda daima hazır bulunan biber gazını yerde kıvranan Berke’nin yüzüne doldurmayı ihmal etmedim. Yanından uzaklaşmadan önce bacaklarına topuklu ayakkabılarımla birkaç tekme daha attıktan sonra kumlarda bu ayakkabılarla koşmam fazlasıyla zor olacağı için aceleyle topuklularımdan kurtulup yeterince büyük olan çantamın içine tıkıştırdım. Gitmeden önce Berke’nin açık olan arabasının sadece anahtarını aldım. Aslında arabayı da alabilirdim ancak bunun üstüne bir de araba kaçırmakla suçlanmak istemiyordum. Benim aldığım sadece basit bir demir parçasıydı. Ve oradan olabildiğince hızımla uzaklaşırken akmak için fırsat kollayan gözyaşlarım amacına ulaşmış gibi gözlerimden boşalmaya başlamıştı. Neye üzüleceğimi bilmiyordum. Bir kere Berke’ye güvenmiştim ben. O iyi biri demiştim. Sıkı bir dostluk kurarız demiştim. Bunun boşa çıktığına mı üzüleyim? Damla dedim, çok cana yakın dedim, beraber alışverişe çıktık, kaynaştık filan hani. Arkadaşımın aşkının beni sevmekle yetinmeyip bir de öptüğüne mi üzüleyim? Yaşanmış bu olayı her gün Damla’nın yüzüne baka baka ondan nasıl saklayacağımı bilmediğime mi üzüleyim? Hadi diyelim ki sakladım, bir gün bir yerde olur da şeytan Damla’ya fısıldar ve Damla bu lanet olayı öğrenirse bir de ona mı üzüleyim? Ve işte en kötüsü, sevdiğim çocuğun Berke’nin beni öptüğünü gördüğüne mi üzüleyim yoksa bunu yanlış anladığına mı? Ve tam da dün biz az kalsın Ömür ile o işi yapacak olmamızın üzerine! Lanet olsun! Otuz beş kez lanet olsun! Ve Berke tebrikler, hayatımın için tam anlamıyla sıçtın! En iyisi öleyim ben ya. Valla bak.
**
Mersin’in hiç bilmediğim bir yerinde ,ki bu yer ıssız da bir yer, içimdeki küçük belki taksi geçer umuduyla bir yandan da koşarak –Berke’nin tekrar gelmesinden korkuyordum- taksi bulmaya çalışıyordum. Ve en sonunda hala koşarken buradan taksi filan geçmeyeceğini anladığım sırada yanımdan geçen küçük bir kamyonete sığındım. Şişmiş gözlerim, akmış makyajım ve bir de olmayan ayakkabılarımla belki de tecavüze uğramış gibi bir görüntü çiziyordum ancak inanın bana o anda bu umurumda değildi. Zaten büyük ihtimal hipermetrobu olan yaşlı amca da bana acımış olacak ki beni aldı arabasına. Su filan verdi. Annem olsa keserdi bacaklarımı. Bırakın verdiği suyu içmemi, sağı solu belli olmayan bir adamın arabasına binmem bile yeterli bunu yapması için. Ama sonuç olarak ölmedim ve yazlığın bulunduğu siteye kadar sapa sağlam geldim. Yol esnasında beş dakika da bir ağlama krizi geçirdiğim için yaşlı amca da alışmış gibiydi durumuma. Arabadan inerken adama bir kez daha teşekkür ettim. En son duyduğum kadarıyla dikkatli olmamı, etrafta itin kopuğun dolaştığını filan söylüyordu. Siteye giriş kapısından geçerken içinde bulunduğum durum fazlasıyla dikkat çekiyor olmalıydı ki geçtiğim yerlerde bana bakmayan bir kişi bile yoktu. Lanet insanlar. Ve korku dolu adımlarla nihayet evimize geldiğimde içimde bir kez daha ağlama dürtüsü oluştu. Gözyaşlarım tekrar akmaya başlarken evin kapısını telaşlı bir şekilde açan teyzem kollarını bedenime sardı.
“N’oldu kızım? Niye ağlıyorsun?”
Telaşlı çıkan sesi ağlamamın şiddetini artırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
“Teyze ben-“
Kapının pervazında görünen Emre yanıma gelince konuşmaya devam edecek cesareti bulamamıştım kendimde.