Genç kadın sabahın köründe kalkmıştı. Güneşin doğduğu puslu ufka bakıyordu. Yakında göç etmeleri gerekecekti çünkü güz geliyordu. Korucu her zamanki gibi gece uyumamıştı. Serkeş adımlarla çadırların etrafında geziniyordu. Hiç uyumazdı zaten geceleri. Konuşmazdı da pek. Bey bunu nereden bulmuştu ki zaten. Üç yıldır geceleri kavmin başını beklerdi. Ama bu gün yola çıkamazlardı. Kuzeyden gelecekler vardı. Öteberici gelecekti. Koca tekerlekli arabasıyla... Şifacı kızlara çesitli otlar ve tılsımlı taşlar lazımdı. Genelde taşları döverler tozunu çıkarırlar ve öyle kullanırlardı. Başka türlü fayda etmediğini duymuştu. Kafesteki deli adam yine inlemeye başlamıştı. Ne zaman dengesizleşse bir felaketler olurdu. Leş gibi kokan o zavallıyı bu yüzden yanında taşırdı bey. Felaketleri haber verirdi vermesine ama hiç bir zaman onları engelleyemezdi.
"Ne anladım ki bu işten." diye düşündü kadın.
Kadının uyandığını gören korucu derhal dolanmayı kesti ve çadırına girdi. Bozkırda gün başladı mı derhal ortadan kaybolurdu. Herkes çadırına çekildiğinde başlardı onun için gün. Derhal işe koyulmalıydı kadın. Keçilerden süt sağacak, dün kestiği meyveleri güneşte kuruması için ipe dizecekti. Rolünü oynaması gerekti, yoksa sonu hiç iyi olmuyordu.
Öteberici öğlene doğru geldi. Herzamanki gelen değildi bu, başkasıydı. Dağınık saçlı minyon bir delikanlıydı. Sesi inceydi. Geldiği uzun yola rağmen enerjik duruyordu. Yüzü toz içindeydi. Bezi çömlekteki suyla ıslattı kadın ve ötebericiye verdi.
Teşekkür etti delikanlı. Deli adam özellikle öteberici obaya geldiğimden beri çıldırıyordu. Genellikle hep inlerdi ama bu sefer çığlıklar atıyor bedenini oradan oraya vuruyordu. Bey buna sinirlendi kafesin içine girdiği gibi deliyi sopaladı. Bu kadının görmekten hoşlandığı bir şey değildi. Deliden de hoşlanmazdı zaten tiksinirdi. Dayanamayıp ötebericiye sordu:
"Ne zaman gidiyorsun sen genç?"
"Biliyorsunuz daha güneye gidemem buradan sonrası hep çorak topraklar."
Kadın cevabı sevmemiş olsa da anlayışla karşıladı.
"Birkaç gün sizinle kuzeybatıya gideceğim. Başka bir kervanla karşılaşırsam ayrılırım zaten."
Başıyla onayladı genç kadın. Canı sıkılmıştı. Şifacıların bu delikanlıdan ne aldığını merak etmişti. Pek de iyi anlaşmışlardı ötebericiyle. Sanki daha önceden tanışıyorlardı.
Ama buna imkan yoktu. Biliyordu, ama yine de sordu şifacı kızlara. Şaşırtıcı bir cevap da almadı zaten. Kızlar çadırın önüne oturmuşlardı. Kadın da onlarlaydı. Ötebericiye arkasındaki koca tekerlekli arabasıyla beraber süzdü.
"Bunca yolu tek başına mı geldi?"
"Bize öyle dedi." diye cevapladı şifacılardan saçı örgülü olan.
"Taşıması zor olmuyor mudur, ufak tefek bir delikanlı."
"Büyük ihtimalle, çünkü o delikanlı bile değil."
Bu cevap hem kadını hem de saçı kısa olan şifacı kızı şaşırttı. Çünkü cevabı veren ses gündüzleri ortalıklarda bile görünlenen korucunun sesiydi.
"Hadi ama... Bu kadar da kör olmayın."
"Ben anlamıştım." dedi saçı örülü olan şifacı.
Korucunun da ortaya çıkması deli adamı haykırarak yalvaran bir hal almasına neden oldu. Uzun süredir hiç böyle tepki göstermemişti. Hatta son iki dönüdür sessizdi. Ölü gibi sessizdi hem de.
Genç kadın su çömleğin ağzına dikti. Su yine bitmişti. Akarsuya doğru yürüdü ve çömleğin doldurdu.
O akarsu gece gündüz göğe bakmıştı. Neredeyse hiçbir gece bulutlu bir hava görmemişti. Belki de bu yüzden dünya değişmeden önceki zamandan bir zerre taşıyordu. O zerre şimdi çömleğin içindeydi. Oysa genç kadının haberi bile yoktu. Fakat biraz daha geçsin o zaman haberi olacaktı.
Öteberici karşıya baktı, bu insanlar tanıdık geliyordu. Genelde bunu yadırgamazdı. Neredeyse doğduğundan beri yollardaydı. Ve dünya küçüktü. İnsanlar birbirine benzerdi. Fakat bu insanlar fazla tanıdıktı. Korucuyu dikkatle inceledi öteberici ķız. Saçları koyu kumral düz ve kabarık. Korucu da onu süzüyordu. Ama henüz göz göze gelmemişlerdi.
Kafeste bağırıp duran çatlak herifi bile gözü bir yerden ısırıyor gibiydi ötebericinin. Kadın çömleğin baktı, susuzluğunu gidermek istedi. Bey kadını yanına çağırıyordu. Kafayı bağırıp duran deli adama takmıştı belli. Yanına gitmezse bir el sopa da kendi yerdi. Buradan nefret ediyordu. Kaşlarını çattı ve dolan gözlerine aldırmadı. Sadece rolünü oynayacaktı. Daha önce yaptığı ve bundan sonra da yapacağı gibi. Adam kafesi araladı ve eşikte durdu. Kadın tellerin arasından içeri baktı. Ardından elindeki çömleği baktı. Adam içeri girdi ve kafesi kapattı. Genç kadın çömleği ağzına yaklaştırdı ve sudan bir yudum aldı. Öteberici kız ile korucu göz göze geldiler. Şifacı kızlar ve öteberici bir zamanlar şaman olduğunu hatırladı. Korucu ise gölgelerin efendisi. Kadın deli adama gerçek adıyla hitab etti.
"İsim."
Adam doğrudan genç kadına baktı. Artık deli değildi.
"Bana adımla hitap etme cüretini mi gösteriyorsun? Seni de mahvederler."
"Hatırlıyorsun."dedi genç kadın karmakarışık bir ifadeyle.
Anımsadı herkes ama sadece bir anlık. Büyünün olduğu dünyayı, harapdiyarı ve göğün üstünü. Son savaşı ve dünyaların ayrılışını.
"Yüzündeki ifadeye bakılırsa oradan pek iyi görünmüyorum."dedi ve devam etti.
"Ben unutmadım sadece. Canlılar buradan gittikten sonra ışık yerküreyi terk etti. Burada gölgelerden başka birşey yok. Benim gibilerin hak ettiği budur belki." Ve elini karşıya doğru uzattı.
"Yine de tekrar burayı görmek güzeldi."
Sonra herşey tekrar unutuldu. Sanki hiç olmamış gibi. Ama deli adam ötebericiye korucu aynı mekandayken sakinleşemezdi. Akşam oldu sofra kuruldu. Herkes yemeğe oturdu. Deli bağırmaya devam etti.
"Bari hekim çağır da iyileştirsin şunu."dedi kafeste bağırıp durana acıma ve tiksintiyle baktı.
"Bunu mu istiyorsun cidden?"
"Bunca şeyden sonra buna borçlusun."
"Eğer alacaklıysan ne istediğine dikkat et, belki başka hakkın olmayacak."
Kadın beye dık dik baktı. Adam kıtanın en iyi hekimlerine haber gönderdi.
On beş gün sonra kuzeybatıya hareketleri başlamadan beklenen kişi geldi. Adama baktı ve iyileşmeyeceğini söyledi. Kadın atın eğerine takılı yayı aldı. Bunu neden yaptığını bile hatırlamıyordu. Sadece özgür olsun istiyordu. Özgürlük... Böyle bir şey gerçekten var mıydı? Nişan aldı, okun ucunu önce deli adama sonra beye çevirdi. Ve bıraktı. Eski dünyada ruhlar eğer kaybolmamışlarsa göğe çıkarlardı. Şimdi ise onlara ne olduğunu kimse bilmiyordu. Tıpkı bizim bilmediğimiz gibi.