Merhabalar, bölüme başlamadan önce bir açıklama yapmak istiyorum. Kısa bir süre önce okuyucularımdan birisi bana mesaj attı ve Fringe izleyip izlemediğimi sordu. Nedenini sorduğumda da o dizinin de baş rol oyuncularının isimlerinin Olivia ve Peter olduğunu söyledi. Diziden etkilenip isimleri koyduğumu düşünmüş sanırım. Açıklama yapmak istediğim konu ise, daha önce hiç Fringe izlememiştim. Yani isimlerin bir yerden etkilenme durumu yok. Ve bu tesadüf de beni epey bir şaşırtmıştı. Eğer aranızda "Acaba diziden mi etkilenerek isimleri Peter ve Olivia yaptı?" diye soran olursa diye bu açıklamayı yapmak istedim. Yani öyle bir şey olmadı. Ama bu tesadüf de yaşadığım ilk tesadüf değil, bu tarz tesadüflerle hikaye yazarken hep karşılaşıyorum. O dikkatli okuyucuma buradan teşekkür ediyorum, geri kalanlarınıza da iyi okumalar diliyorum tekrardan. ^^
...
Taksiye binip eve doğru yol alırken, annemi arayıp vardığımızı haber verdim. Tom ise Hopkins'i arayıp durumu sordu. İyi geçindiklerini söyledi. Bu onun için bir hediyeydi hatta, zaten İngiltere'de kalmak istiyordu.
Ancak Marty ailesini görmek istiyordu. Nasıl oldu da orada kalmaya ikna oldu bilmiyorum. Ama yine de mantıklı düşünen bir çocuğa dönüşmüşse eğer, bunu yapamayacağını bilmesi gerekiyordu.
Taksi bir otelin yanından geçerken Tom şöföre "Ben burada ineyim." dedi. Açıklama olarak da bize dönüp "Biraz yalnız zamana ihtiyacım var." demekle yetindi. Ardından ücreti ödeyerek arabadan indi. Bagajını aldığında şöför devam etti.
Olivia'nın oturduğu evin önüne gelince durduk. Ücreti ödeyip indik. Soğuk bir havaydı. Saat kaçtı bilmiyorum, ama hava kararmıştı. Ellerimi cebime sokup Olivia'nın arkasından bahçeye girdim. Birkaç adım attıktan sonra bana döndü.
"Sence de başarabilecek miyiz?" diye sordu sanki uzun süredir içinde tuttuğu bir soruymuş gibi rahatlamış bir ifadeyle.
"Başarmaktan kastın?" diye soruyla karşılık verdim.
"Marty'nin ailesini kurtarmak." diye başladı. "Bütün şebekeyi çökertmek, bunu hapse girmeden başarmak. Ve tabi ölmeden."
Kısa bir süre düşündüm, ben bir hayalperesttim ancak burada cevaplanmayı bekleyen bir soru vardı. Bunun için gerçekçi olasıkları düşünmem gerekiyordu. Elli kişiye karşı üç kişi... Gerçekçi olunca pek de mümkün görünmüyordu. Ama filmlerde, kitaplarda ve dizilerde bunlar olurdu. Gerçekte neden olmasın? Ancak şu da var ki, tarihte hiç üç kişiye karşı elli kişi savaşında azınlığın kazandığını görmemiştim. En azından bildiğim kadarıyla böyle bir şey yoktu.
Kısa bir iç geçirip "En azından Marty'nin burada olmamasına seviniyorum." dedim. "Şebekenin orada da bağlantısı olacağını sanmam. Tabi bir de Hopkins başından beri bir casus değilse, orada daha güvende olacaktır."
"Ben daha çok öleceğimizi düşünüyorum." dedi soğuktan titreyerek.
"Biliyorum." dedim. "Yurt dışı, konser, hayal gerçekleştirme olayı falan bu yüzdendi zaten."
"Doğru." dedi.
Tam bir şeyler söylemek üzereyken telefonum çalmaya başladı. Çıkarıp baktım, Smith arıyordu. Ne vardı ki bu saatte söyleyecek? Reddet seçeneğine basıp tekrar cebime koydum. "Planımız ne peki?" diye sordum.
"İlk önceliğimiz Marty'nin ailesini kurtarmak olmalı." dedi ve arkasını dönüp eve yöneldi.
"Eğer bir kurtarma girişimimiz olacaksa, bizim burada olduğumuzu anlayacaklar." dedim.
Duraksayıp arkasına döndü ve bana bakıp "Ne yapmamızı öneriyorsun?" diye sordu.
"Eğer toplantı yaptıkları yeri polise söylersek, bir baskın yapabilirler." dedim, ancak söylediklerimden kendim bile emin değildim. Şüphe duyuyordum. Ne diyordum ben?
"Bay Smith'in dediğine göre, polisler bu işi halledemezmiş." diye karşı çıktı.
"Ya söyledikleri sadece karavanı alabilmek içindiyse?" dedim ben de.
İç geçirdi ve "Uzun bir yolculuk geçirdik Peter." dedi. "Bu kafayla mantıklı düşünemeyiz. Önce bir uyuyalım, sonra toplantı yaparak düşünürüz."
Bunları söyledikten sonra tekrar arkasına dönüp yürümeye başladı. Arkasından "Ama..." dedim, sonrasında da telefonu çaldı. Ekrana bakıp "Bay Smith." dedi.
"Beni arayan da oydu." dedim.
Telefonu açıp hoparlöre aldı ve "Önemli bir şey değilse eğer..." dedi, ancak Smith bağırarak sözünü kesti.
"Olivia, Peter yanında mı!?" sesi sanki peşinde köpek varmış gibi çıkıyordu.
"Buradayım, ne var?" dedim merakla.
"Neredesiniz?" diye sordu, sesi biraz daha yatışmıştı sanki.
"Olivia'nın evinin oradayız." diye cevapladım.
"Daha açık konuş, tam olarak neresi?" diye sordu.
"Bahçedeyiz, neden ki?"
"Eve girmeyin. Sakın. Kesinlikle girmeyin!" dedi, sesi daha da endişeli gibiydi.
"Ne? Neden?" diye sordu Olivia.
"Çünkü..." dedi ve biraz durakladı. Birkaç saniye boyunca endişeli olduğu belli olan hızlı soluklarından sonra devam etti. "Eğer o kapıyı açarsanız..."
Devamını getirmesini bekledik ancak on saniye boyunca soluklanmaktan başka bir şey yapmadı. "Açarsak, ne?" diye bağırdım.
"Peter, Olivia. Bu bir şaka değil, tamam mı?" dedi aynı sinirle.
"Kapıyı neden açmamamız g..."
"Evde bomba var!" diye bağırdı. "İkinizin evine de bomba yerleştirdiler. Bu bir tuzak, sakın evlere dönmeyin. Tekrar ediyorum, bu bir şaka değil!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Teen FictionTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...