Kasvetli yağmur bulutlarının arasında çılgınca ilerlerken Kızıl Ankanın kandan oluşan kanatları, yeryüzüne düşmekte olan yağmur damlalarının rengini değiştiriyordu. Ravent hanındaki ahşap pervazları yavaşça ısıtan gün ışığı, bulutların arasına asla vurmayacak gibiydi.
Ankanın keskin uğultusu ile irkilerek uyandım. Uzun süredir sağlam bir uyku uyuyamamıştım fakat her gözlerimi kapadığımda aynı rüyayı görüyordum, her zaman ki gibi umursamayarak kafamı yastıktan kaldırdım.
Rahatlığın hüküm sürdüğü topraklardaydım o yüzden yataktan kalkmasam da kimsenin sesini çıkarmayacağından adım gibi emindim, üzerimde ki örtüyü atarak bacağımda ki yarayı kontrol ettim, bir gecelik bir süreç için oldukça iyi bir durumdaydı, gece yere atmış olduğum kabanımı alıp kısa bir süreyi onu temizlemekle geçirdim ardından üstümü giyinerek aşağıya indim.
Merdivenlerden inerken çürümeye yüz tutmuş basamakları dikkatlice inceledim, bir anlığına zihnimde merdivenlerden düştüğüm bir sahneyi canlandırdım, gerçekten utanç vericiydi, bir zaman lord'u merdivenlerden düşüyor, ne kadar da içler acısı olurdu. Bu düşünce her ne kadar kötü de olsa beni gülümsetmeyi başardı. "Merdivenlerden yuvarlanıyorum" dedim alaycı bir şekilde, "En azından kılıç yaralarından iyidir".
Çok geçmeden tekrar yola koyuldum, yılın en soğuk vaktinde, yüzlerce insan hiç şikâyet etmeden karla kaplı yol üzerinde satış yapıyorlardı, Dealdren krallığın en büyük ticaret şehriydi, inanılmaz mimarisi ile adeta baş döndürürdü, buraya geldiğim ilk günü tekrar anımsamadan duramadım, bir gezgin insanlara ilginç masallar anlatıp, ardından çoşkulu ezgiler söylüyor ve sonunda atılan bozuklukları şapkaya indiriyordu, hafızam beni yanıltmıyorsa bu üç asır kadar önceydi, günümüzde ki gezginler artık o kadar da şanslı değildi, akşama kadar bir dealdren bozukluğu kazanabilen kendini şanslı görüyor sonra da bir parça ekmek yiyip güzel bir uyku çekiyordu, o günden bu zamana kadar değişen çok şey vardı artık sokakta yürürken eğlenen insanlara rastlamıyor hatta hafif bir tebessüm görürseniz bu tuhafınıza gidiyordu.
Yavaşça yürürken bir ara bağırış sesi işittim fakat şehirde binlerce ses tonu vardı, kalabalıktan dolayı bana öyle geldiğini sandım, biraz ilerledikten sonra etrafa kaçışan insanları gördüm ve bu durumun farkına varmam için yeterli oldu, iki sokak ötede bir terzi dükkânından dumanlar yükseliyor, etrafta ki herkes yardım etmek bi yana dursun tam aksine oradan kaçarcasına uzaklaşıyordu. Merakımı gidermek için olay yerine giderek daha fazla yaklaşmaya başladım, kapı ağzına usulca yaklaşırken keskin bir yanık kokusu almaya başladım, neyin yandığını tahmin edebiliyordum fakat midem bu tarz konularda bir zaman lordunun midesi olduğunu unutuyor, bir anlığına aklımdan geçsede düşünmek istemedim.
İçeri adım attığımda her şey kül olmak üzereydi, refleks olarak hemen kılıcımı çektim ve önümde ki tezgahın arkasına atladım, yarısı hala yanmakta olan perdenin arkasına doğru süzüldüm. Yerde yatan adamı yanmış olarak görünce aniden ufak bir sarsıntı geçirerek bir adım geri sıçradım, koku alma duyum beni hiç yanıltmazdı.
Köşede duran masada ki çarşafı çekerek yere attım, gözüme bir yerlerden tanıdık gelen ilginç bir alet farkettim, dikkatimi toplayarak biraz daha incelediğimde bir dikiş makinası olduğundan emin oldum. Aklımda aniden beliren bir çok soru vardı fakat en doğrusu dikiş makinasının buraya nasıl geldiği ile ilgili olanıydı, bir anda yerde duran cesede olan tüm ilgimi kaybettim, tamamen makinaya odaklanmıştım, farklı bir evrenden buraya kadar gelmişti, orada teknoloji adını koydukları bir çok ilginç icatları vardı, bu makina aralarında en basit olanlıydı, belli ki ölen adam boyundan büyük işlere bulaşmıştı, etrafı biraz daha inceledikten sonra dükkânı büyük bir hızla terkettim.
Etrafta kimse kalmamıştı, Dealdren'de gerçekten de çok şey değişmiş diye düşündüm, sokağın ortasında tek başıma kaldığım ilk değildi fakat bu duyguya bir türlü alışamamıştım, aslına bakarsanız itiraf etmeliyim ki alışamadığım duygu yalnızlıktı, sokağın ortasında her tek kalışımda bu duyguyu hissediyordum ve bunu düşünmekten bile utanıyordum.
Gielda'yı kaybettiğimden beri kaç asır geçti bilmiyorum, belki de artık bu diyarda değildi fakat gölge onu ellerimden aldığında ettiğim yemin her gün beynimi bir sıçan gibi kemirmekteydi, bazı zamanlar dikkatimi başka şeylere versem de tek gerçek vardı.
Anka'nın ateşi sönene kadar benimle gelecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anka Efendisi
FantasyKaranlığın sesi, cesetlerin üzerinde sessiz bir şekilde ilerlerken, zaman lordu tekrar sonsuzluğa karşı gözlerini açıyor. Acı, nefret ve aşkın hikayesi bütün evrende destansı bir masal halini alıyor. Şimdi yolculuk vakti..