Akşamüstünün hafif esintisiyle birlikte ilerliyorum. Üşüyorum. Belki havanın soğukluğundan, belki de içimdeki o korkunç hislerden bu üşüme. Peki önemli mi? Muhtemelen değil ama zihnimi meşgul edecek her şey benim için yüzlerce kez şükretmeme sebep.
Onun çalıştığı kafeden aldığım ve bizzat onun hazırladığı kahve elimde. Bugün daha mı lezzetli bu kahve? Hayır, hayır! Bu kahve her zaman lezzetli, eğer onu düşünerek içiyorsam. Ama bir hüzün de var içimde, inkar edemeyeceğim. Belki bugün onu son kez gördüm, belki de ilk kez. Hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum. Onun yanımda olmadığı her an benim için değersiz, hatırlanmaya değmez.
Yürüyorum hiç durmadan, evimin olduğu sokağı da geçtim. Çok önemli değil aslında. Evim gerçekte orası değil nasılsa. Hiç orası olmadı ki benim evim. O neredeyse ben orada hayat bulurum. Sahi, gerçekten bulur muyum? Bilemiyorum, hiç denemedim çünkü. O yokken ölü olan ruhum ona yaklaşmaya korkuyor. Tek bir korkusu var, tekrardan yaşama dönmek. Bilmiyorum ki neden korktuğunu, korktuğumu.
Bir sokak daha geçiyorum, hava iyice karardı. Birden onu özlüyorum. Kalbim hızlanıyor yüzü gözlerimin önüne gelince. Yüzü bu âlemmiş de sanki Davud ona gelmiş, Musa ona, İsa ona... Yoksa yanlış mı hatırlıyorum? Ürperiyor birden içim, unutamam yüzünü! Tek varlığım onun o güzel yüzüyken, onu da kaybedemem. Ağlamak istiyorum, çığlık ata ata ağlamak. Hatırla, diyorum. Hatırla, hatırla, hatırla! Hatırlayamıyorum.
Arkamda yürüyen birisi var, ayak sesleri doluyor kulaklarıma. Çok yüksek değil aslında o adım sesleri, yine de tek odağım orası. Onun adımlarına uydurmak istiyorum kendi adımlarımı. Yavaşlıyorum. Hayır, hızlanıyorum. Bacaklarım neden istediğim gibi çalışmıyor ki? Onlar da mı ben olmadan yaşamak istiyor? Vazgeçiyorum, arkamdaki her kimse önüme geçiyor hızlı adımlarıyla. Ben ise yavaşlıyorum, bu sefer bundan eminim. Ve birden yüzünü dönüyor bana. İşte şimdi hatırlıyorum yüzünü. Binlerce renk var yüzünde, binlerce duygu. Seçemiyorum hiçbirini, gözlerim görmez olmuş.
"Bir sorun mu var?" diyorum. Sesim titrek, sesim korkak. Suçluluk duygusu başımı eğiyor, bakamıyorum yüzüne. Tek suçum sevmek aslında, kendimden çok onu sevmek.
"Cüzdanını unutmuşsun." diyor. Ardından hüzün çöküyor güzel yüzüne. Ağzını aralıyor, sonrasında kapatıyor. Korkuyor mu benimle konuşmaktan? Olamaz, diyorum. O kadar da iğrenç bir insan değilim ki ben!
"Şey, özür dilerim ama..." Duraksıyor yine. Meraklanıyorum. Konuş demek istiyorum ona ama dudaklarım mühürlü.
"Kimin cüzdanı olduğunu anlamak için içine bakmak zorunda kaldım." Korku dolduruyor bedenimi. Gördü mü?
"Gördün mü?" diye fısıldıyorum. Utangacım, asla kendimi açıklayamadım. Anlayan olmayınca da vazgeçtim.
"Hayır, hayır!" Ellerini göğüs hizasına kaldırıyor. Yalan söylüyor işte, kalbim çatırdıyor. Gördü, gördü, gördü... Onu ne kadar sevdiğimi gördü. Benim bile görmediğim beni gördü! Titremeye başlıyorum. Ama durmam gerek, benden korkmamalı.
Peki, diyorum. Başka ne diyebilirim ki? Benden uzaklaşma mı? Hiç yakın olmadık ki!
Yanından geçip gidiyorum bilmediğim sokaklara doğru. Bedenim kaybolursa benliğimi bulur muyum? Ben hiç var oldum mu ki?
Saatlerdir sadece iki yudum aldığım kahvem hala elimde. Dudaklarıma götürüyorum o kahveyi, bir yudum alıyorum. Sonra bir yudum daha, bir yudum daha, bir yudum daha. Onun gibi kokuyor kahve. Yoksa o mu kahve gibi kokuyor? Bilmiyorum.
Yine duyuyorum adım seslerini. Bu sefer daha hızlı adımları. Yine mi o geliyor? Yoksa bir başkası mı? O olsun istemiyorum. Tanrım, diyorum. Bir kez olsun beni duy.
Tanrı ilk defa beni duyuyor. Ardımdan gelen o değil. O çoktan gitmiş. Hiç gelmediği birinden yine gitmiş. Kalbim kırılmıyor bu defa, mutlu oluyorum belki de. Emin değilim aslında, mutluluğu tam olarak yaşamayalı çok oldu. Tam bir tarih bile veremem, hayatımın yılları kayıp. Onu gördüğümden beri yaşıyorum ben, yaşamaya çalışıyorum. Öncesi önemli bile değil.
Saatler geçiyor. Bacaklarım uyuşana ve kahveyi taşıyacak kadar bile gücüm kalmayana kadar yürüyor, yürüyor ve yürüyorum. En sonunda nefes bile alacak halim kalmadığında oturuyorum bir kaldırıma. O geliyor yine aklıma. Sadece o var aklımda, başka kimse değil, sadece o.
Beni sevsin istiyorum. Beni, daha önce hiç görmediğim kadar büyük bir içtenlikle, tüm hücreleriyle sevsin istiyorum.
"Beni sev desem de, imkanı yok sevemezsin." diyorum ona, o duyamazken. Daha ben kendimi sevemezken, o beni sevsin istiyorum. Bencillik denen şey bu mu? Eğer öyleyse, ben çok bencilim.
Yüzü yine gözümün önüne geliyor, bu sefer doğru hatırladığıma eminim. Daha sonra sesini duyuyorum. Sanırım iyice delirdim.
"Sandığın yer değil en güzel yerin," Soğuk kaldırımın üstündeki uyuşmuş elime bir sıcaklık yayılıyor. Elimin üstündeki sıcacık el, onun eli mi?
"En güzel yerinde değiliz biz bu şiirin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imkanı yok sevemezsin | sope
FanfictionBeni sev desem de, imkanı yok sevemezsin. |•oneshot•|