"Bana inanmıyor musun?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Başını fazlaca eğdiği için yüzü çok yakınımdaydı. Biraz gerileyerek, "İnanmamak değil..." diye mırıldandım.
Yaşlı insanlar gibi kulağını yaklaştırdı. "Seni duyamıyorum."
Sıkıntıyla saatime baktım. Hala yanımda oturduğu ve aramızda bir karıştan daha az mesafe olduğu için bedenim tetikte ve gergindi. Parmaklarımı kitabın üzerine ahenkle vurarak gerginliğimi dağıtmaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Yanından kalkmak adına zihnimi çalıştırarak bir bahane aramaya başladım ama uykusuzluktan dönen başım yüzünden beynim uyuşmuş gibiydi.
Göz ucuyla ona baktım. Sarhoşluğunun aksine oldukça dinç bir şekilde oturuyor, bakışlarını pür dikkat önündeki tahtada gezdiriyordu.
Az sonra kollarını sıranın üzerinde birleştirdi ve sanki ona baktığımı anlamış gibi, kafasını uzattığı kollarının üzerine yaslayarak beni izlemeye başladı. Gözlerimi hızlıca ondan kaçırdım ve tahtaya diktim ama o bakışlarını üzerimden çekmemişti.
Neden izliyordu? Yada... neyi izliyordu?
Bir süre öylece bekledim ama hala yüzümü izlediğini fark ettiğimde kitabı açarak oyalanmaya çalıştım. Odaklanamayacağımı biliyordum, faydasızca sayfaları karıştırdım.
"Gözlerin çok güzel." dedi birden.
İrkildim.
"Kahverengi." dedim kaşlarım havalanırken. Ne var bunda? dermiş gibi.
"Şekli badem gibi."
Bakışları o kadar dikkatliydi ki yeniden kafamı çevirmek zorunda kalmıştım.
Saatime baktım, vakit geçmek bilmiyordu. Psikolojik olarak daha da yavaş ilerliyordu sanki. Bir an önce kapıların açılmasını ve yurt odamdaki sakin küçük alanıma ve yatağıma dönmek istiyordum.
"Çok çekingensin." dedi gülerek.
Ne bekliyordu? Hiç tanımadığım sarhoş bir çocukla, gecenin bir yarısı sınıfta mahsur kalmıştım. Boynuna atlamamı, can ciğer kuzu sarması olmamızı mı bekliyordu?
"Değilim." dedim sadece.
"Çekingensin." dedi tekrar.
Yanıma doğru biraz kaydığında ayağa kalktım. "Arayabileceğin biri yok mu?" diye sordum hızlı hızlı. "Arkadaşların falan... Yardım çağıramazlar mı?"
Güldü. "Yok."
"Telefonun mu yanında değil?" Benden arayabilirdi.
"Hayır." dedi. "Arkadaşım yok."
Ne demek yoktu? "Nasıl, kimse mi yok?" Yalan söylüyor olmalıydı. Nasıl hiç arkadaşı olmaz?
Başını salladı ama yüzündeki ifadeden yalan mı söylüyor, dürüst mü anlayamadım. Belki o da benim düşündüğüm gibi düşünüyor ve arkadaşlarına böyle bir durumda rezil olmak istemiyordu.
Yüzüm asıldı ve öğretmen kürsüsüne doğru yürüdüm. Kitapları ve çantamı masanın üzerine koyduktan sonra tekli sandalyeye oturdum. Dizlerimi kendime doğru çektikten sonra başımı üzerine koydum ve boş tahtayı izlemeye başladım.
Bir kaç dakikanın ardından arkamda bir ses duyduğumda irkildim ve ona baktım. Az kalsın uyuyakalacaktım. Hem de ne yapacağı belirsiz sarhoş bir erkekle aynı sınıftayken.
Sırasından kalkmıştı ve ön sıralara doğru yürüyordu. Öğretmen kürsüsüne yakın bir sıraya geçti ve arkasına yaslanarak yerinde yayıldı. Bu çocuk neden bir türlü uyumuyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Önce Kendini Unut
Novela Juvenil"Neden ağlıyorsun?" diye tekrar sordu. Sesi biraz peltekti ve sarhoş olduğu belliydi. Muhtemelen ben uyuyakaldığım esnada o arka sıralarda sızmıştı. Sarhoş bir erkekle sınıfta mahsur kalmıştım! Harika. Gözlerimi elimin tersiyle silerken, "Ağlamıyoru...