Zifiri karanlığı yardı alevlerin dumanı. Kokular köyün başından sonuna kadar hissedilmişti. Ve amansız kopan çığlıklar göğü yere indirmişti.
Melike;Kucağında kundakta bir bebek, gittikçe hissizleşen bir bedenle çöktü yolun ortasına. Avucuna sıkıştırdığı beyaz bir kağıt.
Kadir; çeşmeden çektiği hortumun ucunu alevlere doğrulttu. Kimin yandığını, tutuşan bedenin kime ait olduğunu bilmeden, sıkışan ruhuna rağmen sağa sola koştu. Yapamadı, kimsenin gücü yanan evin ateşini söndüremedi. Sabahın ışıkları içine kül yığınları doğdu sadece. Yanan yalnızca beden değildi. Kocaman bir hayat ve bir hiç uğruna kaybolan hayallerdi. Elindeki çalıyla karıştırdığı küllerin arasından annesinin arkası kesik lastiğini farketti. Yeşil, yamalı bir lastik.
Bağrına bastırdığı kararmış parçayla, ağıtları adeta dağlara boyun eğdirdi. Bayılmıştı Kadir, hiçbir şeyi bilmeden...
Gözlerini Tülay'ın salonunda açtı. Apar topar kalktı yerinden:
"Anam, anamı bulun bana."
Üzerinde duramadığı dizleriyle kapıya çöktü. Ellerini dizlerine vurdu;
"Ne olur kalk, kalk.. anan anan, anan nerde Kadir. Kalk. "
Melike'nin boynuna sarılmasıyla, bastırdığı hıçkırık nara olmuştu artık;
"Melike Melike, ben evlat olamadım. Anamı, yuvamı koruyamadım. Yıllar önce kardeşime yaptığımı bugün anama yaptım. Hangi toprak bana kapısını açacak şimdi. Ben hangi taşa anam diye sarılacağım. "
Elleriyle saçlarını yoldu;
"Allah seni affetmesin Kadir. Allah seni affetmesin. "
Selim ve Salih'in zoruyla yerden kaldırıldı. Taş merdivene oturdu, cebinden çıkardıgı mendili kokladı;
"Affet kardeşim beni, sen bari affet. "
Selim, koluna girdi çeşmeye götürdü. Suyla yüzünü yıkadılar. Kalabalık yavaş yavaş dağılıyordu. Gece boyu susmayan siren sesleri yerini sessizliğe bırakmıştı artık. Jandarma ekipleri Kadir'e birkaç şey sordu, notunu aldı. Ambulans boş döndü, itfaiye eşliğinde.
Kadir'in az da olsa sakinleştiğini gören Melike elinde buruşturduğu kağıdı farketti. Koşar adım Kadir'e verdi;
"Kadir bunu kundakta buldum, telaştan unutmuşum şimdi gördüm."
Kadir ıslak elini isli pantolonuna sürdü, kağıdı eline aldı. Buruşmuş yerini yırtmadan yavaşça açtı. El fenerini tuttuğu kağıdı okumaya başladı;
" oğlum, yirmi yıldır bu kelimeye hasret bıraktığım için affet beni.
Oğlum, canparem gözümün nuru; kalbi kırık, içi buz tutmuş bu kadını kusurlarıyla bağışla.
Dünyaya geldiğimde iki gözüm vardı. Biri sendin biri kardeşin. Allah birini yeterli gördü, kardeşini yanına aldı. Tek gözle idare ederim sandım ama göremedim be oğlum. Yüzünü gördüm ama içini göremedim. Biliyorum, yaptığım için Allah beni affetmeyecek. Ama bende biliyorum ki o kapısına gelen kimseyi geri çevirmemesiye meşhur.
Ben yaktım, babanı o ateşte cayır cayır ben yaktım. O kucağındaki sabi var ya bir ona kıyamadım.
Şu hayatta iyi ya da kötü yok. İyiye yol gösteren, kötüye sebep olan vardır. Kimse böyle olsun istemedi, yanmak onun tercihiydi. Aslında onu ben yakmadım o yanmayı tercih etti.
Kendime yaptığım yolculukta hep boğuldum ben.Neyden vazgeçmem gerektiğini neyi seveceğimi neyi kabul edip etmeyeceğimi bilemedim. Kendimle olan savaşımı kaybettim. Tek başıma hallederim sandım ama olmadı, daha da derine battım.
Sen, yeri geldi babam oldun. Yeri geldi anam.
Umuduyla tüm insanlığı yeşertecek kalbine yük oldum.
Gönlümün güneşli yerisin sen.
Oğlum;
Ben gidiyorum, nereye nasıl şekilde ama gidiyorum. Bir yavrumun hasretini gidermek için diğer yavrumun omuzlarına özlemi emanet ederek gidiyorum. Beni yangınlarda aramayın, zaten yangının kendisi benim. Külleri tozutup da ortalığı karıştırmayın. Ben küllerimi de yanıma aldım.
Şimdi bir dağ eteğine usulca gömülmeye gidiyorum. Birgün beni çok özlersen eğer Yunus'uma uğra. Onun mezar taşı benim soğumayan yüreğimdir. Bana mezar yapma, zaten hiç diri değildim.
O çok sevdiğin yarenini de al, git. Tüm özlemini de nefretini de toprağa sıkıştır.
Seni, huzur dolu gözlerinden öpüyorum.
Parça parça dağıldığım şu fani dünyada bana bir bütün olmayı öğrettiğin için sana teşekkür ederim. Tekrar kavuşacağımız güne kadar Allah'a emanet ol oğlum.
Yarım aklıyla, yüreğini seninle doldurmuş bu ananı hatasıyla sev ve affet. "
..
Avuçlarının içinde sıkışan kağıt değil de yüreğiydi sanki.
Olduğu yere çöktü tekrar. Omzuna koyduğu elin sahibi yanına çekti. Melike'nin dizine başını koydu;
" yanan da yakan da anammış. Söylesene Melike ben bu acıyla nasıl yaşayacağım. "
Kadir'in kafasını kaldırdı Melike sordu ne olduğunu. Anlattı Kadir mektupta yazılanları. Çevrili alanda bekleyen jandarmalara gösterdi mektubu. Arama ekiplerine haber salındı.
Üç günlük arayışın ardından bir dağ eteğinde Hatice'nin cansız bedenine rastlanıldı. Caminin önüneki musallaya koyuldu cansız bedeni. Üç gün önce babasının selası verilmişti şimdi de annesinin selasını duyuyordu kulakları.
Öyle yorgun öyle çaresizdi ki, şişen gözler, kısılan ses..
Selim elini çekse, olduğu yere yıgılacak daha da kalkamayacaktı. Hatice'nin namazı kılındı, kavuşmak için gün saydığı oğlunun yanına defnedildi.
Jandarmalar yangına sebep olanı suçlu eş diye tuttukları tutanağa, suçlu maktul yazabildiler sadece.
Dağılan kalabalığın ardında Selim, Salih Melike ve Kadir kalmıştı. Kadir yalnız kalmak istedi.
İki mezarın arasına uzandı boylu boyunca, tıpkı annesi gibi. Kardeşinin mezarına döndü;
" hiç yaşayamadığım çocukluğumsun. Hatıralarıma kazınacak anıların olmasa da bir ömür unutmayacağım azabım oldun. Her gün biraz daha yitiriyorum kendimi. Toparlanır mıyım bilmiyorum. Geleceğini, hayallerini,umutlarını elinden aldığım için affet beni. "
Sonra tozlu toprakta annesinin mezarına döndü:
" Şu dünyada payıma düşene boyun eğmeyi istemezdim. Benim payıma bu denli acı düşmemeliydi. Büyüdüm be anam asıl şimdi büyüdüm. İçim ezildi, içimi çürüttüler. Hiçbir şey yoluna girmese de sen vardın, dizin vardı. Sevmeseydi de sesin yeterdi. Beni depremin ortasında bıraktın. Ciğerimi söktünüz, uçurumdan attınız. Sanki ben o uçurumdan sakat çıktım. Ah be anam, bu dünya bana dardı zaten, söylesene ben şimdi nereye sığayım. "
Toparlandı, babasının mezarına baktı;
" hiç düşünür müydün sonunun böyle olacağını? Elinden tutup ardın sıra getirdiğin o masum kız işte, seni toprağa koyan. Bir çakmak çaktı, alemi ateşe verdi sanki. Şimdi bastığım her yer kül, aldığım her nefes kir ve baktığım gök kara duman. Seni, Kefensiz yolladığım için kızgınım kendime. Oysa biz daha, torununa tahtadan salıncak kuracaktık. Bu sefer öyle yıkıldım ki, olsaydın eğer omzunda ağlardım. "
Melike'nin tozlu yüzünü silmesiyle kendine geldi. Selim kolundan tuttu kaldırdı.
Kabristandan çıkarken arkasına döndü;
"Benim kalbim çok acıyor. Beni dipsiz bir kuyuya ittiniz. Beni bu dünyada kolsuz kanatsız bıraktınız. Şimdi iyi sarılın birbirinize. Bundan sonraki bayramlarda ben mezar taşını öperim, Yunus'um can parçam, annemin diğer elini de benim yerime öp."
Usul usul, sessiz adımlarla uzaklaştılar. Kadir ağlıyor, Melike çığlıklarını eliyle bastırmaya çalışıyordu. Ona gör bu acı bu bedene çok fazlaydı. Karnına giren krampa aldırmadı, elini karnına koydu;
"Yavrum baban için dayan."
..
Evin yerinde külleri kalmış, küllerini de esen duman havalandırmıştı. Yangından kalanların arasında dolandı biraz. Hatice planladığı her şeyi yerli yerince yapmıştı. Ölmesinler diye hayvanları bile ahırdan çıkarmış boşluğa doğru salmıştı. Çalılıkların ardındaki sese doğru yürüdü Kadir. Ayağına batan dikenin acısına olduğu yerde kalmış eşeği gördü. Ürkütmeden yanına yanaştı;
"Karakaçanım, sen evine mi geldin."
Eşeğin ayağına dolanan ipinden tuttu yola indirdi. Biraz sevdi, öptü. Hayvancağız acıyı hissetmiş olacak ki gözlerinin kenarından yaşlar akıyordu. Kadir de eşekle birlikte ağladı. Hayvanın basamadığı ayağını farketti, yavaşça ayağındaki dikeni aldı. Üşümüştü hayvan, belli ki açtı da. İpinden tutup Tülay'a götürdü. Tülay hayvanı ahıra götürdü. Yem verdi, ısınması için de üzerine battaniye örttü.
Zülfiye merdivenin başından seslendi;
"Hadi Melike içeri gelin. Hem bebek huysuzlandı."
Melisa bebek ağlamaktan helak olunca köyden yeni doğum yapan bir gelin bulmuşlardı, bebeği emzirmişti.
Hep birlikte içeri girdiler. Zülfiye Melike'ye çorba getirdi, sonuçta iki canlıydı. Kadirin ağzına bir şey sürmeyeli üçüncü günüydü.
Selim elindeki su bardağını masaya koydu;
"Kadir abi sırası değil de ne yapacaksınız şimdi?"
Kadir kucağındaki bebeği yan tarafına koydu;
"Hiç bir şey düşünmedim Selim. İnan ne yapacağımı düşünmedim."
Selim, kederli arkadaşının omzuna koydu elini;
"Benimle gelin. Birlikte bir şeyler yapabiliriz. "
Zülfiye sessizliğini bozdu;
"Biz de varız burda. Bu ev sizin de eviniz. Ne kadar isterseniz kalın."
Kadir başıyla teşekkür etti. Tülay da Zülfiye'ye destek verdi.
Çalan telefonuyla dışarı çıktı Selim.
Melike Kadir'e döndü;
"Kadir sırası mı bilmiyorum ama biz bir yol buluruz da bu bebek ne olacak ?"
Kadir, bebeğe baktı uzun uzun;
"Ne olacağı mi var canımın içi, biz nereye o da oraya. Hem nereye bırakırız el kadar bebeği."
Melike, sarıldı Kadir'ine;
"Tabi ki bizimle gelecek. "
Elini karnına koydu;
"Birlikte büyürler, büyütürüz."
Selim girdi içeri:
"Kadir babam aradı. Sizi yanına istiyor. Hem diyecekleri hem de bir planı varmış. Benimle gelmenizi istedi."
Kadir;
"Olur."
Zülfiye ve Tülay'la vedalaştılar. Salih'e sıkı sıkı sarıldı Kadir. Salih elindeki para zarfını Kadir'in cebine koydu;
"Nereye gidersen git burda bir kardeşinin olduğunu asla unutma. Allah'a emanet ol kardeşim. Ne zaman istersen ara, çağır. Koşar gelirim ben."
Kapının önündeki torosa bindiler. Geride kalan Üç beş baş, dumana el salladılar.
Yol boyunca kimsenin ağzından tek kelime çıkmadı.
Biberona süt sağıp almışlardı, yolda bebek ağlayınca biberonu uzattı Melike.
Hasan öğretmen okulun kapısında karşıladı onları. Okul bahçesinde duran çardağa oturdular. Melike bebeğin bezini değiştirmek için boş bir sınıfa girdi. Hasan öğretmen Kadir'le sarıldıktan sonra asıl niyetini söyledi;
"Kadir oğlum, ben sana sormadan bir şey yapmıştım. "
Şaşkın bakışla baktı Kadir;
"Liseye geldiğinde baban durumunu anlatınca senin adına hesap açmıştım. Dört yıl boyunca da bursunu kesmeden yatırdım. Selim'in üniversitesi için de para biriktirmiştim bugün onu da senin hesaba aktardım. "
Kadir, hüzünlü bakışıyla eline sarıldı Hasan öğretmenin;
"Sen hoca değil gerçek bir babasın."
Hasan öğretmen elini okşadı Kadir'in, konuşmaya devam etti;
"Benim emeklilik yaklaştı bu sene son. Nasip olursa Elazığ'a gideceğim, babamın evine."
Selim, şaşıran ses tonuyla, farkında olmadan bağırdı:
"Ama nasıl olur. Hani sen oraya dönmeyecektin?"
Hasan öğretmen, Selim'in aklındaki soruların farkındaydı;
"Oğlum aramızdaki mesele kan davası değil ya kardeşiz biz. Bir yol buluruz. Konu o değil. "
Başıyla onayladı Selim. Hasan öğretmen Kadir'in elini tuttu;
"Kadir oğlum, sen ilçeden çık. Ben eşimle konuştum, kayınpederin Bursa'da yazlığı var. Oraya kiracı gideceksiniz. Kendinizi toparlayınca da başka yer isterseniz oraya gidersiniz. Ben biletlerinizi aldım bu gece otobüsünüz var. "
Kadir tebessümüne göz yaşını da eklemişti. Melike sohbete katıldı;
"Kadir çocuğun karnı acıkacak ne yapacağız?"
Hasan öğretmen bebeği kucağına aldı;
"Oy maşallah ne güzel de uyuyor. "
Kadir'e döndü;
"Kadir eğer izniniz olursa siz kendinize çeki düzen verene kadar bebeğe süt anne bulalım. Daha doğrusu ben buldum. Ama kabul ederseniz?"
Kadir Melike'ye baktı, Melike gözleriyle onayladı;
"Nasıl olacak hocam?"
Hasan öğretmen çardaktan koridora doğru seslendi;
" Zeki Zeki?"
Zeki fırladı;
"Buyur hocam?"
Hasan öğretmen eliyle işaret ederek;
"Güzide hocayı bana yollasana."
Zeki koşar adım Güzide öğretmeni çağırdı. Güzide öğretmen, Kadir ve Melike'yle tanıştı. Selim'in kenarına oturdu. Hasan öğretmen geri kalan tarafı anlattı:
"Güzide öğretmenin ablası Bursa'da yaşıyor. Onun kızı bebeğin bakımını üstlendi. Geçen ay bebeğini kaybetmiş kadıncağız. Kabul ederlerse evlatlık edinebilirim dedi. "
Kadir kaşlarını çattı olmaz dercesine. Hasan öğretmen sakin ol der gibi yaptı elini;
"Bak oğlum anlıyorum seni ama eşin doğum yapacak iki bebeğe yetişemezsiniz. Bu bebeğin de yuvaya anaya ihtiyacı var. Hem kadın inkar etmiyor ki sizin kardeşiniz olduğunu bilecek zaten bebek. Kadının acısı taze hem ona da iyi gelir. Sonra bakarsınız çaresine. Yetimhane el koyacak zaten bugün yarın. Devlet boş bırakır mı sandın. Hem kadının yakınları da rahat durmaz. En azından mahkeme kararıyla evlatlık verilirse devlet yanınızda olacak. Aile sorun çıkaramayacak. "
Melike Kadir'e başıyla kabul et der gibi yaptı. Kadir ayağa kalktı;
"Hocam müsaadenizle biz bıraz düşünelim bunu olur mu?"
Kadir ve Melike masadan kalktılar.
Hasan öğretmen Kadir'e seslendi;
"Kadir oğlum akşam on iki de otobüsünüz var. İyi düşünün. Eğer kabul ederseniz Selim size yardımcı olacak. Akşam tekrar görüşürüz."
Kadir'le Melike uzun soluklu tartışmadan sonra Hasan öğretmene hak vermişlerdi. Akşam çökmeden yurdun kapısına vardılar. Şartları kabul ettiklerini söylediler. Nöbetçi Eczaneden aldıkları mamayı bebeğe yedirdiler. Otobüs saatine kadar dinlendiler. Saat yaklaşınca Hasan öğretmen onları otogara götürdü. Herkes otobüsteki yerini aldı. Kalkan otobüsün ardından el salladı Hasan öğretmen. Melike Kadir'in omzuna başını koydu. Kadir bebeği kucağına aldı;
" bir yanım kalmak için çabalarken bir yanım gitmek için kanat çırpıyor. Muhakkak bana zor olan bu imtihanın içinde bir kolaylık vardır . Düzeni bozuk hayatımın rayını sıkmak için çıktığım bu yolculuğun sonunda aradığım aydınlık vardır. Toprağına tutunamayıp Darmadağın olan gövdemi yeşereceği yere dikmeye gidiyorum. Kendimi döküntülerin içine bırakınca anladım, ölmüyorsun. O halinle yaşamaya mecbur kalıyorsun. Umarım varacağım nokta olduğum yere değer. Bu yükün sahibi allahım, bize yeni kapı aç ve açtığın o kapıda garip bırakma."
Camdan arkaya doğru çevirdi kafasını;
"Hiçbir ayrılık baki değil ve hiçbir son kalıcı değildir. Yeni doğacak güne yeşeren umutla uyanmak dileğiyle. Hoşçakal geçmiş."
...
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ince, çizgi bir yol.
Ficción General.. İki dağ arasında ince, çizgi bir yol. Bilmiyor, çünkü yangının sebebi kendisi. .. Ardına baktı, yola çıktığı yerle vardığı nokta arasında bir ömür vardı sanki. Sahi kaç milyon adıma denk gelir kalp atışları. Kaç insan dayanabilir yırtılan ayaklar...