"Hu hu hu hu hu hu." Islık çala çala adımladığım kitaplıklar arasında duraklaya duraklaya, her rafa göz gezdirirken durduğum yerlerde beynimde çalan şarkıyı dışarıya yansıtırak, ufak ritim eşliğinde vücudumu sallıyordum. Kitap okumak benim için ne kadar önemliyse şarkı dinlemekte tutkuydu. Tıpkı dans gibi..
Kalçalarım beynimde çalan şarkının ritmi ile sallanırken elimdeki kitabı yerine yerleştirmiştim. Diğer rafa doğru bir adım attığımda ise elimdekilere bakıp hemen diğerinide yerleştirdim yerine.
Kitapçıda kimse olmadığı içindi bu rahatlığım. Boşluğu fırsat bilip burasının tadını çıkarıyordum ve kimse bunun için beni suçlayamazdı. En üst rafı görmek için bir adım geri çekildiğimde aklına gelenle kocaman sırıtmıştım. Bir öne bir arkaya doğru yavaşça dans etmeye başladığımda kendi halime kahkahalar ile gülüyordum. Partnerim varmışcasına sağa sola adımlayarak dans etmeye devam ederken gözlerimi kapatmış gülerek kendi etrafımda dönmeye başlamıştım.
"Hı hı hımmmm..."
Dönmeye devam ederken bir ara gözlerim açılmış ve kitaplığın ucundaki kolonun önünde onu görmüştüm. Şok ve utançla aniden durduğumda onun sağ eli cebinde, kafası sola hafifçe eğik ve tek kaşı kalkık bir şekilde bana baktığını görmüştüm.
Rezil oldum, rezil! Hiç olmayacak adama hiç olmayacak bir zamanda yakalanmıştım. Şu dünyadaki en şanssız insan ilan ediyorum kendimi şu zamandan sonra, işte o kadar.
"E-ee." Diye kekeleyip söyleyecek hiçbir şeyim olmadığını anlayınca çenemi kapatmıştım. O ise hala gözlerini dikmiş beni izliyordu. O beni izliyordu ben onu. Orada kaç saniye belki dakika bakıştık bilmiyorum ama sonunda bunu kıran yine o olmuştu. Çünkü inanın onu görmenin şoku ve yakalanmanın utancı ile yüzüne bakabildiğime şükrediyordum. Bu tarz durumlarda çok utanırım, çok.
Ben bunları düşünmeyi bıraktığımda, o bana doğru yürürken tek eli cebinde, sol elinin parmaklarına dolanmış gümüş ince bir zincir olduğunu görmüştüm. Bana yaklaşırken bakışlarını çektiğini ve kitaplara yöneldiğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz; aynı benim gibi.
Yavaş adımları parmak uçlarıma iki adım geri mesafede durdu. İlk defa bu kadar yakınıma gelmişti. Anlam veremediğim çarpıntı sol tarafımı hoplatmaya başladığında ellerimin arasındaki kitapları sıktım. İçimdeki enerjiyi oraya atıyordum bir nevi.
Siyah gözleri yüzümü turlamaya başlamışken ben yutkunmuş sadece gözlerini yakalamaya çalışıyordum.
Yakından çok çok daha güzeldi. Onun gibi karanlık bir adam için herkes karizmatik ve seksi tarzı yorumlar yapabilecekken ben ona güzel diyebilmiştim. Çünkü gerçekten çok güzeldi. Bembeyaz teni pamuk gibi duruyordu. Teninin pürüzsüzlüğü, yüz hatları güzelliği ve seksiliğini bas bas bağırırken; sol gözünün üstündeki ikiz benleri karakteristik bir yüz yapıyordu onu. Eşsiz ve klasiğin dışında. Kıyafetleri ve bakışları her ne kadar onu korkutucu yapsa da tenide onu tam tersi yumuşatıyordu. Çok zıttı, çok çok fazla. Ve ben bu adamın daha birçok zıtlıklar barındırdığına emindim.
Ben bunları düşünürken "vals," demişti.
Kaşlarım çatılmış istemsizce ağzım açılıvermişti. "Ne?"
"Yavaş vals..belki de tango..denemelisin."
"Bee-bee ben mi?"
Kekelemem onu eğlendirmiş olmalı ki dudağının köşesi hafifçe kıvrılmış ama sonrasında hemen kaybolmuştu o kıvrım. Yakından görmesem hayal görüyorum sanardım ama hayır o kadar da değil artık.
"Evet." Yan tarafımdan omzumu teğet geçerek yürüdüğünde tuttuğum nefesi dışarı saldım. Arkama bakmasam bile onun kitaplara yöneldiğini tahmin etmek zor değildi. Bunu fırsat bilip hızlıca oradan çıkıp arkaya doğru hızlıca yürümüş ve elimdekileri masaya bırakmıştım.
Hey, hey, hey Jackson, sorunun ne senin? Kendine gel aptal!
Söylene söylene masayı toparlarken içim içimi yiyordu. Bana attığı bu topu karşılıksız bırakmak istemiyor, daha iyi bir şekilde ona geri yollayıp sayıyı almak istiyorum. Şimdi böyleyim ama bu şekilde devam ederse küçük hedefler bile yetmeyebilir bana; sayılarda değil maçta gözüm olursa o zaman sıkıntı işte.
Elimdeki püskülle raflardaki kitapların üstünde tozları alırken yine düşünceler alemindeyim. Ne yapmalıyım? Ne yapmalı da sayıyı almalıyım. Ya da bir şey yapmalı mıyım?
Yapmaman için bir sebep yok aslında. Neden bu hayatta istediklerimizi yapmadan devam ediyoruz ki? Ne olacağımız belli değil ve keşkelerle yaşamaktansa aklında olanı yapmalı insan. Cesur olmam gerekiyorsa, olmalıyım. Kaybedecek bir şeyim yok, sadece kazancım olabilir. Kazancım ne olur veya ne şekilde olur bilmiyorum. Bunu yaşamadan bilemem. O yüzden yaşamak ve görmek istiyorum.
İçten içe düşüncelerim beni cesaretlendiriyor ve bu cesareti kaybetmeden atak yapmam gerek. Hızlıca verdiğim kararla olduğum yerden ayrılıyorum.
"Partner." Elindeki kitaptan gözlerini ayırıp sadece gözlerini kaldırıp benimle göz teması kurdu. Suskunluğundan anladığım kadarı ile devam etmemi istiyordu belli ki.
"Vals..veya tango.." söylediklerimle duruşunu dikleştirmiş ve elindeki kitapta kaldığı yere parmağını sıkıştırıp, kapalı bir şekilde elinde tutar pozisyona geçmişti.
"Bu danslarda partnerine güvenmek önemli ve de o duygu bağını kurmak.."
İki kaşı 'eee' dercesine havaya kalkarken cesaretimi kaybetmemek namına görmezden geldim.
"Yapmak isterim..çok isterim ama böyle bir partnerim yok."
Lütfen beni bozma. Yalvarırım beni bozma..Lütfen lütfe lüt-
"Partnerini bulana kadar beklemelisin o halde." Düz çıkan sesi tüylerimi diken diken ederken imamı anladığını gayette iyi biliyordum. Yan tarafında kalan raflara doğru dönüp elindeki kitabı yerine koydu. Bense hareketlerini izliyordum.
"Eğer öyle biri..." dememe kalmadan o devam etti.
"Tango cesur bir danstır. Dans gibi sende cesur olmalısın." Kafasını yana çevirip bana bakış attıktan sonra tekrar önüne dönmüştü.
"Cesurum," dediğimde ilk defa onun net bir şekilde güldüğünü görmüştüm. Yan profilinden dudağının yana kıvrılışı net bir şekilde görmüştüm ve bu diğerleri gibi saniyelik ya da saliselik değildi. Asıl şaşırdığım ise başka bir kitap almadan yönünü tekrar bana döndürmüş ve gülümsemesi azalmış olsa da hala dudaklarının kenarında o minik kıvrımlarını korumuştu.
O kıvrımları kaybetmeden tam önümde durdu. Gözlerime üstten üstten bakarken derin bir nefes almıştı. Onunla birlikte benim göğsüm inip kalkarken ne yapacağımı bilememezcesine onun hareketlerini taklit ediyordum.
"Güzel.." son söylediğime ithafen bunu dediğinde başka bir şey demeyeceğini sanmıştım ama o devam etti.
"Yaşaman için cesur olman gerek." Hani bir insan kulağına fısıldarda cümleleri hem cümlenin etkisi, hem ses tonu, hem de hissedilen nefesle fazlaca etkilenirsiniz. Şu anki ses tonu ve cümlesi bende öyle bir etki yaptı işte.
Onunla bu kadar konuşmak bile beni fazlasıyla şaşırtırken, şaşkılığın yanında başka bir duygunun daha filizlendiğini hissedebiliyordum.
Mutluluk...onun yaptıkları ve söyledikleri beni şaşırttığı kadar da mutlu etmişti. Ellerimin terleyişi, kulaklarımın çınlayışı, kalbimin kasılması ve bedenimin yanışı mutlu etmişti beni. Onunla beraber gelen bu hisler..
Kafamı sallayıp tebessüm ettiğimde bakışları tebessümümde kalmıştı.
"Yaşayacağım." Tebessümüm kendinden emin bir gülüşe döndüğünde bakışları tekrar gözlerimi bulmuştu.
Ellerini pantalonunun cebine sokmuş son kez bana baktığında dudaklarını birbirine bastırıp daha fazla bir şey söylemeden yanımda geçmişti. Postallarının çıkardığı tok sesle yan bir şekilde dönüp arkasında bakmıştım. Kapıdan çıktığı an ise o gün için ağzımdan son cümlem dökülmüştü.
"Yaşayacağım.."
¤
Olayların patladığı noktaya gelmek için deliriyorum.. bu kitap için yazacak çok şey var..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klasik Siyah & jackbeom
FanficKitap kokusunun hakim olduğu rafların arasında dolaşan siyah bir gölge. Ön yargılarımızı yıkmaya hazır mıyız?