Demek buradasın, eğer geçmişime gizemli bir yolculuk yapmak istiyorsan sıkı tutunmana gerek yok. Her şey çok yavaş ilerleyecek. Gözlerini kapatıp açıncaya kadar, hiçbir şey değişmemiş olacak. Keşke hayat hikayemi değiştirebilseydim. Belki de sen bir şeylerin farkına varırsın? Senin değiştirmen için daha çok vaktin var. Veya birazdan öleceksin. Bu kimsenin umurunda değil, ama benim umurumda. Umursanmayan herkes için varım. Senin için, şuan penceremden baktığımda beni bekliyor olan sokak köpeği için veya imdat çığlıkları atan bir insan için. Hakkımda öğrenecek çok şeyin var hanımefendi/beyefendi. Fakat hayatımla ilgili merak ettiğin çoğu şeyi cevapsız bırakacağım. Aklında hep soru işaretleri kalacak. Hayat da böyle değil midir zaten? Çoğu şey kafamızda soru işaretleri bırakıyor. Ve bu soru işaretlerini virgüllere hatta noktalara çevirme işi yine bize düşüyor. Tanrı bize çoğu zaman yardımcı olmaz. Bizi oluşturan parçalarımızı bir araya getirip dünya denen bu tımarhaneye salıverir. Sadece seçenekler sunar. Birbiriyle çelişkili, riskli, bazen kolay gibi görünen ama seçmesi zor, kesinliği asla olmayan ve şıkların hiçbirinin yüzde yüz doğru olmadığı seçenekler...
Kafamızda kurguladıklarımızın hiçbir önemi yok. Hayallerimizin tek başına hiçbir önemi yok. Bizim, hiçlikten gelen bizim, azmimiz, hırsımız, hevesimiz, en değerlisi de umudumuz olmadan hiçbir önemimiz yok. Ben hiçbir boku başaramadım veya öyle zannediyorum. Yaptığım çoğu şeyden pişmanlık duyuyorum. Sen duyma! Yapmak isteyip yapamadıkların için bin pişman ol hatta. Neden mi bu kadar karamsarım? Çünkü "tanrının beni bir araya getirdiği o parçaları, birileri parçaladı." Ve ben buna müsaade ettim. "Yalan olduğunu bildiğim şeylere doğru bildiklerimden daha çok inandım, inanmak istedim..."
Gökyüzüne baktığında ne görüyorsun? Benim gibi gözleri dolan bulutlar mı? Yoksa uçmaktan artık vazgeçmiş kanatlar mı? Görmen gereken şey yıldızlar olmalı. Çok uzaklarda da olsalar, onları görebilmenin verdiği hazzı hissetmelisin. Uzağında olanın aslında görebileceğin kadar yakında olduğunu düşünmelisin. Güneşi avuçlarının içine almalısın hatta. Bulutları okşamalı, gökyüzünün maviliğinde kaybolmalısın. Ya da seni zifiri karanlıktan kurtaran aya teşekkür etmelisin. Eğer bunları yapabiliyorsan, yaşıyorsun demektir. Nefes alıyorsun demektir. Beni soracak olursan, artık hiçbir şey göremiyorum. Aslında hiçbir şey görmek istemiyorum. "Nefes almak beni boğuyor." Kollarımın arasındaki o ceset, o güzel "gittikçe kızıllaşan elbise..." Neyse, sana her şeyi anlatacağım. Tüm hayatımı, bildiklerimi, bilemediklerimi, sonradan öğrendiklerimi, yalanları, ihanetleri ve o cesetleri...
Beni iyice dinle. Sana bazen ölümden bahsedeceğim, bazen yaşamaktan. Hatta yaşamdan sırlar vereceğim. Buradan eli boş çıkmayacaksın. Bazen beraber gözyaşı dökeceğiz seninle, sen beni dinlerken, bense anlatırken. Bazen kötülükleri boğan bir kötülüğe bürüneceğiz, çok öfkeli olacağız, gözümüz hiçbir şeyi görmeyecek, kararacak, tek istediğimiz kan olacak. Bazen de onlar bizi boğmaya çalışacak. Elin tetikte olsun. Bazen aklımızın sınırlarını zorlayacağız. Benim kaçırdığım çok küçük detaylar olabilir, bunlardan bana bahsetmeni istiyorum. Bu hiçbir şeyi değiştirmese de bilmek istiyorum. Çok küçük, fakat hayatımı alt üst eden bir detayı kaçırdım. Benim dahi göremediklerimi görebilirsin, çünkü "aşk, bir dedektifin merceğini bile kör edebilir." Ben, Dedektif Crusov. Boktan hayat hikayeme hoş geldin...