"gezi paralarını yarın getiriyorsunuz."
bunu bir yere not ettim. çünkü bu geziye woo ve ben çok fazla gitmek istiyorduk.
"abimler de geliyor."
"üst sınıflar gelebiliyor mu?"
wooyoung kafa salladı.
"11 ve 12. sınıflar. aslında ilk başta sadece 11. sınıflarmış ama 12. sınıflarından sevgilisi olan 11. sınıflar isyan etmiş. öğretmenler sevgilileri yüzünden isyan ettiklerini bilmiyorlar. ama kabul etmişler."
"woaah, nereden öğreniyorsun bunları? neyse ama gerçekten saçma." dedim şaşkınlıkla bakıp.
"öyle işte."
kafa salladım.
-
"ay sabahın köründe gezi için uyanıyoruz. daha hava aymamış!"
"ölmek istiyorum." dedim. o kadar uykum vardı ki...
"neyse otobüste uyuruz."
kafa salladım. otobüs'ün kapısı açılınca herkes bir anda doluştu. iki otobüs vardı. herkes sevgilisiyle veya yakın arkadaşlarıyla aynı otobüse binmeye çalışıyordu. woo ile biz ise zaten sıranın en başında beklemiştik. kapı açıldığı anda içeri girdik. en arkaya ilerleyip ikili koltuklara geçtik. onun abisi ve seonghwa hyung da önümüzdeydi. birde onların bir arkadaşı yunho, onların hemen yanında tekli koltuktaydı. woo abisinin hemen olarak önünde olmasından şikayetçiydi sanırım. san ile flörtleşemeyecekti. güldüm.
yolculuk başladığında biraz uyuduk. sonra wooyoung kalktı.
"nereye?"
"san'ın yanına. beni çağırıyor."
"ne? zihnine girip falan mı çağırdı? nasıl anladın?"
elinde tuttuğu mesajları gösterdi. abisi ona baktı.
"sevgilin mi? şu erkek olan? san?"
"hongjoong sus!" dedi woo sinirle.
hongjoong ise sinsice güldü. wooyoung yanımdan kalkıp san'ın yanına gitti. cidden bu çocuk her aşık olduğunda böyle olmak mı zorunda?
ben de güzel uykuma devam ettim.
uyandığımda ikili koltuğa yayılmış bir şekilde uyanmayı bekliyor değildim. gözlerimi zar zor açabildiğimde bana gülen hongjoong hyung, wooyoung ve seonghwa hyung vardı. birde meraklıca bana bakan arkadaşları yunho hyung (?).
"iniyoruz gezeceğiz. uyanamadın hala."
"ahh gerçekten mi?"
utanıp hızla kalktım. çantamı alıp otobüsten aşağı indim. wooyoung koluma girdi. diğerleri arkadan geliyordu.
"güzel mağazalara girelim yeoyah!"
"evett! oralara girmeyi seviyorum. minik şeyler almak hoşuma gidiyor."
wooyoung ve ben için de durum aynıydı. minik şeyler hep hoşumuza gider.
tarihi bir şeyler anlatıyordular ama dinliyor değildim. öylesine etrafıma bakınıyordum. yüksek bir tepeye çıktılar ve uçurum vardı. yani tam olarak uçurum değil. yüksekten korktuğum için geri adımladım. ama herkes dip dibeydi zaten. adım atmamla birinin üstüne doğru yürümüş olmam bir oldu. ve belimden tuttu. düşmeyelim diye. kim olduğuna bakacaktım. çünkü şu anki durumumuz pek iyi değildi. şaşkınca kalmıştım saçma bir şekilde.
kafamı arkama çevirdim. tanrım... bu seonghwa hyungtu. ve hala elleri belimdeydi. yapmacık bir şekilde öksürüp kendimi ileri attım. ah utanç vericiydi. cidden!
"p-pardon seonghwa hyung."
"sorun değil, yeosang." dedi ve gülümsedi.